ŞURASI muhakkak ki; cari açığın milli gelirin % 8’ine varmasını kimse planlamış değildir. Bu, uygulanan para politikasının, dünyadaki döviz bolluğu konjonktürü ile üst üste çakışmasından doğmuş istenmeyen bir sonuçtur.
İstenmeyen bir sonuçtur, çünkü "Cari açık önemsizdir" veya sanki finanse edilmeden cari açık oluşabilirmiş gibi "Finanse edilebildiği sürece, cari açıktan korkmaya gerek yoktur" diyenler bile, bugünkü seviyesinin, fiyat istikrarının, yani enflasyonda sağlanan düşmenin sürdürülebilmesi açısından bir risk oluşturduğu kanaatine varmıştır. Demek herkes, er veya geç öğrenebiliyor.
* * *
Cari açığın bu kadar yükselmesinin ana sebebi TL’nin aşırı değerlenmesidir. Yurtiçinde veya dışında ortaya çıkabilecek herhangi bir dalgalanmanın, TL’yi ani bir değer kaybına uğratması ihtimali artmıştır. Kurdaki bir sıçrama, enflasyonda bir yükselmeye, büyümede bir duraklamaya sebep olabilir. Bu da "Enflasyonu indirdik-ekonomiyi büyüttük" diye haklı olarak övünen AKP iktidarı için tatsız bir olay olur. Bırakın iktidarda AKP’nin veya başka bir partinin olmasını, ekonomi için kötü olur. Mayıs-haziran aylarında, bunun küçük bir benzerini hep birlikte izledik. Hükümetin paçası tutuştu.
* * *
Cari açığın bu kadar büyümesine, TL’nin aşırı değerlenmesinin sebep olduğu, artık anlaşıldı galiba. Aramızda hálá "Yoğurt makasla kesilir" diyenler var ama neyse. TL’nin aşırı değerlenmesinin gerisinde de "yüksek faiz" politikası yatıyor. İşte bu noktada yeni bir tartışma zemini oluştu. Yüksek faiz-düşük kur mücahitleri, öncelikle böyle bir politika olmadığını söylüyorlar. Kaldı ki, böyle bir tablo oluşmuş bile olsa, bunun sorumlusu Merkez Bankası değildir diyorlar.
* * *
İki savunmaya da kısaca cevap vereceğim. Politika, her şeyden önce "zihinsel bir kurgu"dur (mind set). İnsanlar istenmeyen bir durumla karşılaşınca, daha önce bilinçaltında kurguladıkları şekilde buna tepki verir. Geçmişi unutalım. Sadece bu yıl ortaya çıkan devalüatif şoku hatırlayalım. Merkez Bankası bu şoka karşı faizleri yükseltmedi mi? TMSF piyasaya döviz satmadı mı? Bu sayede, döviz fiyatları gerilemedi mi? Böylece enflasyondaki artış frenlenmedi mi? Pek tabii, her önlem, istenilen sonuçların yanında istenmeyen sonuçlar da doğurur. Gelelim "yüksek faiz-düşük kur"dan sadece Merkez Bankası’nın sorumlu olmadığı tezine. Doğrudur; bu politikanın tek sorumlusu Merkez Bankası değildir. Kendince haklı gerekçelerle Hazine, dövizle "düşük faizli-uzun vadeli" borçlanmak yerine, TL ile "yüksek faizli-kısa vadeli" borçlanmayı artırarak, döviz kurunun düşmesine sebep olmuştur. Türkiye gibi çift paralı (biri döviz, diğeri ulusal para) ekonomilerde, Hazine’nin borçlanma politikası, döviz kurlarının oluşmasında, en az Merkez Bankası’nın faiz politikası kadar etkilidir. Bunu daha önce de yazmıştım. Ama anlaşılan yeterince vurgulamamışım. Bir devlet, ulusal parası dururken, faizi düşüktür ve vadesi uzundur diye yabancı parayla borçlanmalı mı sorusu tartışmaya değer. Bana göre, yabancıların TL’ye yatırım yaptığı, vatandaşların döviz mevduatı tuttuğu ülkede cevap, evettir. Zaten devlet dövizle borçlanmasa, millet (özel sektör) borçlanıyor. Hem de dışarıdan. Ülke için toplam değişmiyor.
Son Söz: Faiz fiyatı yanlışsa, döviz fiyatı da yanlıştır.