YAZININ tamamını okumaya niyetlenenler için başta söyleyeyim ki, ben AKP’nin seçimleri kazanmasından memnunum. Daha doğrusu, kazanmasını çok doğal karşılıyorum.
Çünkü geçen beş yıl içinde nereden kaynaklanmış olursa olsun ekonomide elde edilen sonuçlar yüz güldürücüydü. Her seçim de biraz geçim meselesi olduğuna göre, geçimi iyileşen halkın oyunu iktidara vermesi bekleniyordu. Bunları söyledikten sonra, ekonomiyle kafa bulma seansını açabilirim. Bir ülke ekonomisinin hastalanacağına dair iki gösterge vardır. Bunlar dış açık ve iç açıktır. Diğer bir değişle "cari işlemler açığı" ve "kamunun finansman açığı" öncü hastalık göstergeleridir. Türkiye’de bunların ikisi de hem var, hem yok. Cari işlem açığı var ama, yurt dışından kum gibi para geliyor. Dolayısıyla bırakın döviz açığı olmasını, ülkede döviz fazlası var. Nitekim ülkenin döviz rezervleri artıyor. Bütçe giderleri artıyor. Bunun sonucunda kamunun finansman açığı oluşması lázım. Ama ithalattan ve ithal malların iç ticaretinden alınan KDV ve ÖTV ile özelleştirmelerden gelen paralar toplanınca bütçe açıkları küçülüyor. Kısaca tekrar edeyim.
1. Bir ülkenin döviz rezervlerin artması için, cari işlem fazlası vermesi gerekir. Bizde hem devasa cari işlem açığı var; hem de rezerv artışları rekor üzerine rekor kırıyor.
2. Hem faiz harcamaları yüksek, hem de sosyal güvenlik açıkları büyük bir ülkenin, kamu borçlarının artması gerekir. Halbuki net reel kamu borcumuz (az da olsa) azalıyor. Milli gelire oranı ise iyice düşüyor.
Şeytan bunun neresinde?
* * *
Şeytan, dışarıdan gelen paradır. Bu paralar sayesinde hem cari işlem açığı, yani yüksek ithalat finanse edilebiliyor, hem de bu ithalatın yarattığı dolaylı vergiler sayesinde kamunun finansman dengesi sağlanıyor. Yani bir taşla iki kuş vuruluyor. Cari işlem açığı veren ülkeler, daha doğrusu milletler, başka milletlerin "tasarruflarını" kullanır denir. Peki bazı milletler, niçin kendi tasarruflarını "ben yemedim kardeş, al sen ye diye başka milletlere versin?" Böyle vermiyorlar tabii. Peki nasıl veriyorlar? Ya bize yüksek faiz ver, ülkemizde kazanmadığımız parayı sizin sırtınızdan kazanalım; ya da senin ne kadar malın mülkün varsa onları bize sat, parayı öyle kap diyorlar. Yabacılara satılan mülkler, geçmiş yıllarda bu milletin tasarruflarıyla yaratılmıştır. Öyleyse tekrarlayalım:
a) Yüksek faiz vererek, bugün yapabileceğimiz tasarruf edilebilir gelirimizi küçültüyoruz
b) Varlık satarak başkalarının tasarrufunu çekmiyor, geçmişte yaptığımız kendi tasarrufumuzu tüketiyoruz.
c) Üstelik bu yatırımların sahipliği değiştiği için, onların gelecek yıllarda yaratacağı dolaylı ve dolaysız nemadan vazgeçiyoruz.
Yani hem geçmiş, hem güncel, hem de gelecek tasarrufumuzu yiyoruz.
Son Söz: Başkasının tasarrufunu yiyen, kendi tasarrufunu yedirir.