Ki bu cümlede kinayesi kıssın, metafor bile söz konusu değil. Hakikaten, ağaçtan filan düşünce gözünün önünde yıldızlar uçuşan çizgi film karakterleri gibiyim.
Hayata mal gibi ve mel mel bakma, baktığını da hasbelkader görme yetimi çok şükür ki (Yani, sanırım???) yitirmiş değilim ama beynimin bir yanı, sadece Zidane’lı kareler döndürüyor.
Youtube.com’daki bütün Zidane "klip"lerini izledim, bir sürüsünü de indirdim. 1500’ü aşkın filmcikten bahsediyoruz. Zidane gözümün önünden gitmiyor derken, şaka yapmıyorum anlayacağınız. Adamın binbir türlü háli zihnime nakşoldu.
Hemen herkes aynı şeyi söylüyor; büyük bir çoğunluk bu senekinin zevkli bir Dünya Kupası olmadığını düşünüyor. Bendeniz o kıvamda ahkám kesebilecek durumda bile değilim. Zira, epeydir ilk kez bir Dünya Kupası’na bu kadar mesafeli yaklaştım. Mevzua, gazetecilik çerçevesinde edindiğim málûmat haricinde, bir futbol meraklısı olarak çeyrek finalde kenarından bulaşıp, esasen yarı final gibi takılmaya başladım.
Bittabii, ilerleyen ayaklarda, Brezilya’nın, Arjantin’in elenmesine filan her seferinde fena hálde içerleyerek... Ve bir yandan da "Bu saatten sonra da neyin nesini yakalamanın derdindeysem artık?" diye düşünerek...
Ama tabii aklın bir köşesinde mühim bir konu vardı. Zinedine Zidane, profesyonel futbol hayatını Real Madrid’de oynadığı son maçla ve terine karışmış gözyaşlarıyla bırakmıştı. Jübilesini de Dünya Kupası’nda yapacaktı.
Zaten artık Maradona’sız, Hagi’siz macisiz bir hayatta yaşıyoruz. Son kez Zidane’ı futbol oynarken izleme fırsatı kaçar mı... Kaçmaz...
Allah bundan sonrasını gösterir mi, gösterirse ne gösterir bilemeyeceğim de bildiğim şu: Bu, yani 2006, benim hayatımın, Türkiye’nin 3.’lüğü yakaladığı dönemle ve Maradona’nın "Tanrı’nın eliyle" attığını iddia ettiği o golün katkısı da sağolsun, Arjantin’in kazandığı kupayla birlikte en unutulmaz üç Dünya Kupası arasında yerini aldı.
Hayat, ironik... Bu denli yabancılaşmış bir şekilde izlediğim bir Dünya Kupası yok. Buna rağmen, belleğimde bu yılki kadar yer etmiş bir Dünya Kupası da yok.
Az olsun, uz olmasın; güç, hiç olmasın yani...
Bu yıl, futbolun insan denen türü tanımak adına nasıl mucizevi bir aparat olduğunu anlamak bakımından, hakikaten bir acayip seneydi.
Hayat, ironik... Youtube’da, Nike Football’ın fair play kampanyası Joga Bonita’nın bir reklam filmi var meselá... Futbol tarihinin gördüğü en büyük manyaklardan biri olan, profesyonel futbolculuk döneminde tribünlere uçan tekmeyle dalan Eric Cantona, fair play kampanyasının sözcülüğünü yapıyor!
Üstelik bunu da futbolun tartışıldığı bir stüdyoyu basmak suretiyle yapıyor; "Yıllardır yalancıların ve hilebazların bir oyunu murdar etmelerini izledik. Şuna bir bakın" diyor. Ardından görüntüye, futbol maçlarından arıza kareleri geliyor. Sonra Cantona; "Buraya dünyaya bu oyunun teknik, yürek, eğlence, şeref üzerine olduğunu hatırlatmaya geldim" diye devam ediyor. Centilmence oynanan futbol görüntülerinde iseee; bilin bakalım?
Onun 2002 Şampiyonlar Ligi Finali’nde Leverkusen’e attığı o efsanevi golün de dahil olduğu, ağırlıklı olarak Zidane görüntüleri....
Eh, bu yıl ne olduğu da cümleten malumumuz di mi?
Neyse ya, Beyin Zidane sulanmasından mustarip, yarın inşallah sadede geliriz diye umuyorum. Şimdilik sessizce dağılalım lütfen.