Hadi cümlemize geçmiş olsun... Şükür; málûm dingil, Air Force One’ına bindi ve gitti.
Çok bekledim, uçağın merdivenlerinden filan yuvarlanır, giderayak belki bizi bir posta güldürür diye ama maalesef adamın üstün düşüş melekesinden kendimize eğlence çıkarmaktan yana nasipsizmişiz...
NATO’cular gittiğinden beri, bir takdir, bir şükran, bir minnet geyiğidir gidiyor.
Pek sayın Başbakan, biz Türk halkına, İstanbul ve Ankara sakinlerine sabrımız için teşekkür etti.
Aman efen’im, nedir ki?... Aşkolsun, rica ederiz. Hani üç gün boyunca kendi ülkemizde potansiyel terörist muamelesi görmüş, bir nev’i açık hava cezaevine dönen ülkemizde tutuklu modeli yaşamışız ama olsun...
Varlığımız NATO’nun varlığına armağan olsun; icabında ödevimiz: Hepimiz kü-çük Amerika olma yolunda azimli birer neferiz...
Yetmedi, köfteden teşekkür eden baştanbakanlar kervanına (!) Abdullah Gül de eklendi.
Sizden sayın olmasın, pek sayın Dışişleri Bakanımız, sivil toplum örgütlerine, yani polisin cop, göz yaşartıcı bomba ve biber gazı manyağı yaptığı eylemcilere, Irak’ta kaçırılan üç Türk’ün serbest bırakılmasına faydaları dokunduğu için teşekkür etti.
Bildiğiniz üzre, Irak’taki direnişçiler, kaçırdıkları Türkler’i NATO karşıtı eylemleri görünce serbest bıraktılar. E, hál böyle olunca, Abdullah Gül de mitinge katılan kişilere şükranlarını sunma gereğini hissetti.
Ayşen, ısrarla dalga geçtiğini söylüyor ama ben ‘Yok’ dedim, ‘Dışişleri Bakanı bile TRT gibi kolalı bir kuruma beyanatta bulunurken dalga geçemez. Yani Abdullah Gül’ün yüzündeki o coşmuş ifade, sırıtmayı aşan bir şey. Allah muhafaza, bütün bu hırgür içinde bir de Irak’ta tutuklu vatandaşların öldürüldüğünü düşünsene. O pirincin taşını ayıklamak az biraz sıkardı. Yanisi adam belli ki sırtından kalkan yükten dolayı eni konu mutlu. Bildiğin, gülüm gülüm gülüyor işte...’
Sormak lázım şimdi: ‘Hani vaktiyle siz de bağırmıştınız ‘Go home yankee!’ diye ve hani bir şeye yaramamıştı ya, bakınız şu işe ki bazı bazı yarayabiliyormuş Tayyip Bey. Bu konuda ne dersiniz?’ diye...
Neyse...
Yalnız biz öyle teşekküre meşekküre pek alışkın bir millet değiliz. Anında şımarırız. Teşekkür edeni borçlu çıkartırız. Nankörlüğe sarar, daha fazlasını isteriz.
Yani öyle kuru bir teşekkürle geçiştirmezseniz, ziyadesiyle seviniriz. Mesela gözaltındaki insanları serbest bırakın, ağzı burnu dağılan eylemcilerin hastane masraflarını karşılayın, Busht’a karşı sergilediğiniz o canım-cicim muameleden bir nebze de kendi halkınıza bağışlayın. Nasıl fikir?
Belki o zaman hakkımızı helál ederiz.
Asparagaz
Kıskanç Cameron
Çekeceği yeni dizide Hülya Avşar ile oynamayı düşünmediğini, Gülben Ergen veya Seray Sever’in olabileceğini belirten, daha sonra fikrini değiştiren ve dünyanın bütün adalarını gezip her limanda kendine yeni bir sevgili edinen bir gemi kaptanını canlandıracağı dizide ÇOK BÜYÜK BİR AKSİLİK OLMAZSA Cameron Diaz’la başrolleri paylaşacağını beyan eden Mahsun Kırmızıgül’ün başına ÇOK BÜYÜK BİR AKSİLİK geldi: ‘Yav, arkadaşlar, geçenlerde yine Maldiv’lerdeyim, Lucy Liu ile baş başa risotto yiyoruz, paparazzonun birine yakalandık. Herif fotoğrafları dergilere yollayacağına Cameron’a postalamış; niyeyse?.. Sen Cameron, bir kıskan, bir kıskan! Bana telefon açıp, ‘Charlie’nin meleklerini sıradan mı geçiriyorsun alçak adam!’ şeklinde posta koydu. Dizide de oynamayacağını söyledi. ‘Bak’ dedim, ‘benim yeni albümün adı Sarı Sarı-Başroldeyim. Sen bana lázımsın, hiç esmer ve Uzakdoğulu bir kadınla başrol paylaşır mıyım?’ Yok aga, dinletemedim. Şimdilerde Seray Sever’e teklif götürmeyi düşünüyoruz. Bak sen şu aksiliğe...’