Ey kari, sana bu satırları, iki kelime yazıp, küçük çaplı bir çığlık atıp, kalkıp 10 dakika dolaşmak suretiyle kolumu dinlendirip, oturup, tekrar yazmayı deneyip, iki kelimenin ardından yine acıyla yerimden fırlayıp, okkalı bir küfür savurup...
Öyle yazıyorum... Daha doğrusu yazmaya çalışıyorum, pek yazamıyorum...
Literatürde ‘Tennis elbow / Tenis dirseği’ şeklinde geçer bu melánetin adı: Tenisçi, gazeteci, yazar ve hizmetçilerde görülen bir baş belásı... Bu işlerle iştigál edenlere, klavye tokmaklayanlara, raket sallayanlara, habire cam-çerçeve-yer filan silenlere musallat olan bir marazdır. Titizlik hastası ev kadınlarında da sık rastlanır.
Bileğinizden dirseğinize doğru öyle ince, öyle pis, öyle inim inim inleten bir acı hissedersiniz ki o kolu, omuz başından dişlerinizle koparasınız gelir. Sanki kolunuzun içindeki bir sinir, görünmez bir cımbızla iki ayrı yöne doğru çekilmektedir.
İşte bu tenis dirseği, bendenizi arada bir yoklar. Kimi zaman geçer ve fakat bünyeyi az biraz zorlamayagöreyim, yine gelir, canıma okuyuverir.
Şu sıralar eli kulağındadır diye bekliyordum; eksik olmasın, her zamanki gibi şaşırtmadı... Zira bu aralar bir tek tenis oynamadım, öyle söyleyeyim... Habire ağlağını yaptığım üzre, hiç izin kullanmadan ev taşıma ve yerleştirme gayretindeyim.
Gazetecilikse, gazetecilik; hizmetçilikse, hizmetçilik yani... Helálinden bir aferin, hatta aferin de ne, liyakat madalyası isterim...
Pazar günü kendimi yeni eve dar attım. Eh, buraya kadarını becerebildiğimize göre, iki aya kalmaz (!) yerleşmeyi de başarırım.
Evin içi Filistin’den beter durumda. Yatağa ulaşmak için kıyafetlerle dolu battal boy çöp torbalarının üzerinden, mutfağa varabilmek içinse kitap kolilerinin üzerinden filan atlamak gerekiyor. Evin içinde kanguru hamleleriyle devinip duruyorum. Vakit yok, nakit yok ve fakat buna da şükür; bittabii mutluyum...
Bu arada işten kaytarmak gibi bir lüksümüz olamadığı için, geçen hafta iş yerinde uyumacasına filan yazı yedeklerken, takada-tukada yazı döşeneyim derken, hata üzerine hata yapmışım.
Okur, tabii, affetmiyor. Hele ki mevzu Fenerbahçe civarlarında dönünce, cehenneme tek gidiş biletiniz anında kesiliyor.
Cuma günkü yazıda GS-TS derbisinin skorunu 4-1 olarak yazmışım. İyi halt etmişim. N’eylersiniz, bu gibi vakalar olabiliyor. Málûmunuz, klavyede 1 ve 2 rakamları yanyana duruyor.
Meselá vaktiyle Bülent Ortaçgil’den bahsederken ‘İyi rekolteden yıllanmış şarap gibi’ demeye çalışırken ‘iyi dekolteden yıllanmış şarap’ demişliğim de var! F klavyede, D ile R harfleri de yanyanadır. Eh, o tashih, müsahhihin gözünden de kaçtı mı, vay hálinize... Dar vakitlerde ve sakat bir kolla 10 parmak yazı yetiştirmeye çalışır mısın; müstehaktır!
Madem nedamet getiriyoruz, olmuşken tam olsun bari: Tamam, vaktiyle Fener’in Avrupa Kupaları’nda, 7 (yazıyla yedi) puan almışlığı da var yani... Benim dediğim gibi tarihi boyunca hep 0 (yazıyla sıfır) puan çekmemiştir. Ben yakın tarihten bahsetmeye çalışıyordum. Ama neyse diyelim... Özür dilerim, Fenerli ablalarım, abilerim... Cem-i cümlenize hayatta başarılar dilerim.
Hadi sağlıcakla kalınız, ben müsaadenizle mevzudan sessizce uzamak niyetindeyim. Zavallı kolumu alır, kafama sıkar, giderim...
Asparagas
Reha Muhtar Beşiktaş’tan bildiriyor
Fi tarihinde ‘Atina’dan bildiren’, daha sonra Show TV’nin anchorman’i olan ve ‘Her nerede yaşıyor ve yaşatılıyorsa’ Türk halkını her Allah’ın günü silbaştan dumura uğratan, o arada Türk televizyonculuk tarihinin gördüğü en acayip programlardan olan Ateş Hattı’nı yöneten ve halk arasında ‘tekrar Atina’dan bildirmesi’ için imza toplanmasına vesile olan, daha sonra futbol tartışma -geyik- programı yapan, şimdilerde de Akademi Türkiye’yi sunan ve BJK TV’yi kurmaya hazırlanan Reha Muhtar, bundan sonraki kariyer hedefinin öncelikle BJK TV’de Topstar yarışması düzenleyip, sonra da bu yarışmaya katılmak olduğunu, hem programı sunup hem yarışmaya katılmakta beis görmediğini, üstelik top oynarken aynı zamanda şarkı söyleyeceğini ve şiir okuyacağını belirtti: ‘Benim yeteneklerim çok geniş bir yelpazeye yayılmıştır. Mümkün olsa da kendimi klonlayabilsem. Hayır yani, her şeye yeter, her şeyden çakarım ama neylersiniz ki, aynı anda moleküllerime ayrılıp, farklı yerlerde olamıyorum. Biz de böyle bir formül bulduk. Rahat uyu canım Türkiye’m, dört koldan geliyorum. Ben Muhtar, Reha Muhtar; dönüşü muhteşemlerden...’