Geçtiğimiz hafta, Kanaltürk’ün, 80’lerin meşhur dizisi Fame / Şöhret’i tekrar yayınlamaya başladığını biraz rötarlı da olsa fark edip ekranın karşısında efsunlanmış maymun gibi kalakaldım.
Yıllar yıllar önce, daha TRT’de yayınlanmazken, Yunan ulusal kanalı EPT’den orijinalini izleyip hastası olduğumuz bir diziydi. Málûm, 1980 tarihli Alan Parker sinema filmi Fame’in yakaladığı başarı üzerine dizi háline getirilmiş, seneler senesi de başlı başına bir başarı abidesi olarak sürmüştü. Konservatuvara başlarken okuma yazması bile olmayan, doğuştan dansçı Leroy Johnson’ın mezun olana dek Shakespeare’i hatmetmesini filan izleyip, onun başarısıyla gururumuz kabarmıştı...
Bizim kuşak için sporda Beyaz Gölge ne anlama gelirse, Şöhret de sahne sanatları konusunda öyle bir diziydi.
Salı günü, yavaş yavaş kendini hissettiren, insanın pestilini çıkaran sıcaklarında, dışarıda bir takım işlere koşuşturdum. Akşam saatlerine doğru, üzerimdeki gömlek güneşte terden ıslanıp klimalı ortamda kurumaktan üç beş kez sudan geçirilmiş gibi, saç diplerim kaşınmaya filan başlamış bir şekilde eve vardım.
Ve çok istememe rağmen Pink Floyd’un efsanevi lideri Roger Waters’a konserinde bağırarak şarkılarını söylemek suretiyle saygılarımı sunamadım.
Bundan 15-20 yıl kadar önce Roger Waters ayağına kadar gelecek, sen de "yorgunum doktor" mıymıntılığı içersinde, üşenecek, gitmeyeceksin deselerdi; "Evet tabii; hatta Robert de Niro da çıkma teklif edecek (Ne gülüyorsunuz; o zamanlar çıkma teklif edilirdi!) ve ben reddedeceğim" filan diye yanıtlayabilirdim. Şimdi, hani hayatın mucizeleri tükenmez ya, yarın bir gün De Niro’yla tanışırsak ve adam şaşırıp da bana yeşillenirse pas geçer miyim acaba endişelerindeyim...
Roger Waters konserinin vuku bulduğu saatlerde zira, kendim de inanmakta zorlanarak, Star’da başlamış olan Son Ütücü programını izlemekteydim.
İşe kendini ütülemekle başlayan Armağan Çağlayan’ın hazırlayıp sunduğu ve her bölümde bir konunun "tapon"larının (Top 10) "ütülendiği" proramın ilk konusu, en fena reality show ünlüleriydi.
"Şöhretimsiler", 10’dan "zirveye" doğru teker teker huzura geldiler: BBG evinin Gaye’sinden Ünlüler Çiftliği’nin Ferhat Güzel’ine, Gelinim Olur Musun’un Belma Hanım’ından İkinci Bahar’ın Nurhan Bey’ine...
İlk üç, bu aralar Ahu Tuğba’ya olası en salak saçma şekillerde ilán-ı aşk etmekle iştigál eden Meriç (3.); kendi yediği hurmalar şimdilerde çok gerilerde kaldı, o şimdi Adana’da Tülin’le dizi çekmekte ya, Meriç’in "Ahuuuu"lamasıyla dalga geçen Caner (2.) ve tabii ki Semra’anımdı (Tüm zamanların 1.’si).
Roger Waters’ı izlemektense, onlara baktım durdum ya, travmatik bir aydınlanma yaşadım diyebilirim. Dolayısıyla yüksek müsaadenizle yarın şu şöhret ve şöhretimsilik mevzuuna en azından bir süreliğine ara vermecesine nokta koymak adına devam edeceğiz efen’im. Azzz sonra; beklerim...