Siz nereye giderseniz gidin, bu şehir peşinizden gelir Pamela Hanım

Turist gezmekten nefret ederim. Pasaportun miyadı bir doldu o doluş meselá; insanın utançtan yüzünü kızartacak derecede uzun bir zamandır yenilemiyorum. Dolayısıyla yurtdışına da çıkmıyorum.

Üstelik, "böylesi köylü bir yaklaşımı" bana hiç yakıştıramadığını söyleyen arkadaşların aşağılama yöntemiyle gaza getirme çabaları da fayda etmiyor.

Hiç görmediği ufukları özleyen denizcilere kalsın o macera duygusu. Durup durduğum yerde yaşadığım maceralar bana yetiyor, hatta beni aşıyor.

Turist gezmek derken, bunu sadece sözlük anlamıyla da kullanmıyorum. Hiçbir duygunun, hiçbir mekánın, hiçbir ortamın, hiçbir lezzetin turisti olmayı sevmem.

Beni çok yakından tanımayan insanlar, genelde çok gezip tozduğumu düşünürler. Nasıl ve nerden böyle bir intiba bıraktığıma dair de en ufak bir fikrim yok yani. Tamam, hayatımın büyük bir bölümünü sokakta geçirmişimdir ama kör değneği bellemişçesine gittiğim, müdavimi olduğum, "Bizim dükkan" diye andığım yerler haricinde yerlere gitmeye nadiren heves ederim. Hatta hiç etmem, ekseri başkaları tarafından sürüklenirim.

Sürüklendiğim yerde geçirdiğim ilk birkaç dakikada bünyeyi bir sıla duygusu kaplarsa ne álá. Yeni bir yere ayağım ilk günden alışmış demektir; müdavimler arasına yazılırım, orayı da artık "Bizim dükkán" sayarım. Yok, içim ısınmadıysa, bir ikinci mecburiyete kadar, oraya ayağımı basmam, zooor kardeşim.

Geçen gün, bir zamanlar aynı yerde çalıştığımız ve İkitelli ile "şehir" arası mesafeyi genellikle birlikte kat ettiğimiz bir yárenle, İstanbul trafiğine düştük yine.

Kendileri, semiyolojiden özellikle hazzeden bir Bilen Bey’dir. Ve kurmuş olduğumuz bir ortak dille, çok eskilerde, 10 dakikalık mesafede, bir yandan kendimizle ve birbirimizle de hunharca dalga geçerek, kendimizi ve birbirimizi, hatta utanmadan álemi çözümleyivermek gibi bir huy edinmişizdir. Evet, bildiğiniz geyik efendim...

Ne zamandır görüşmüyoruz; ne var ne yok safhasında ona hayatımın bu aralar ne denli sıkıcı olduğundan bahseder gibi oldum.

BENİM GİTMELERİM SADECE LAFTA

Anında sazı eline aldı ve nihayet özüme döndüğüm, esasında benim rutin insanı olduğum, rutinsiz bir hayatta bile kendi rutinimi yarattığım konusunda iddiasını pattadanak ortaya koydu. Bunu da "Ben senin, her yediği salatayı egzotik bir tat keşfetmiş gibi yaşayan insanların keşif duygusuna kaptırdığına hiç şahit olmadım. Sen en deli dönemlerinde, gittiğin barlarda, her gittiğinde illá ki hep oturduğun koltuklarda otururken, uyuyakalırken, evdeki kanependen farklı bir ortam yarattığını mı sanıyordun? Nah yaratıyordun!" diyerek ifade etti. Üstelik cümlenin nah faslını zarif bir el hareketiyle destekledi ki tam yanımızda seyreden ve bu hareketi kendisine yapılmış zanneden pick-up’ın şoförünün yüzünün büründüğü hál de ziyadesiyle ilginçti!..

Ben bu hede hödö kendinden bahseden kişisel mi kişisel kelámları neden kustum? Çünkü bir süredir, nedendir bilmem, gitmek üzerine alışkın olmadığım kadar çok düşünüyorum.

Nerden esiyorsa artık?.. Herhangi bir kapıdan çıkıp trafikte iki adımlık da olsa yol katetmek gerektiğinde, zihnimde otomatikman "İstanbul’dan gitmek lázım" diye terennüm eden Pamela’nın sesi yankılandığı için olabilir diye düşünüyorum.

Fakat yine de bir yere gitmeyeceğimden eminim. Tamamen kişisel kanaatimce Pamela Spence’in şimdiye kadar piyasaya sürdüğü en kötü şarkı olan "Artık Bir Şeyler Yapmak Lazım"ın bütününe duyduğum gıcık sağolsun. Sanırım hayatımı yine aynı tas aynı hamam, Gümüşsuyu-Taksim-İş arasında mekik dokuyarak, "uzak mesafe" katetmekten bahsederken de İzmir’e uzanarak geçireceğim.

Pamela, üçüncü albümüne Cehennet ismini koyarken, Cennet ile Cehennem arasında bir yeri hayal ediyormuş. Kendileri, gitmeli-gelmeli, kalmalı-dönmeli şarkıları seviyor zaten malumunuz.

Geçen albümünde İstanbul’da hapsolmaktan bahsederken, bu albümde, klibi Oğuzhan Tercan ve Müfit Samık tarafından, TEM stüdyolarında, 16 saatte çekilen Artık Bir Şeyler Yapmak Lazım özelinde, "İstanbul’dan gitmek lazım" geldiğinden dem vuruyor.

YENİ BİR ÜLKE, BAŞKA BİR DENİZ YOK

Pamela, garaj süsü verilmiş stüdyoda, Şevket Çoruh’un canlandırdığı beceriksiz bir tamirciyle birlikte, -çok da hakkını yemeyelim gerçi; araç, klibin sonunda gerçek hayatta Teoman’a ait olan kırmızı, gıcır gıcır bir Mustang’e dönüşüyor!- turuncu, dökük bir Vosvos’u tamir etmeye çalışıyor. Ve kendisiyle birlikte partileyen, aralarında her klibinde mutlaka misafir oyuncu olan erkek kardeşi Oliver Spence ile fazla okumuş, kenar mahalleli bir Elvis’i andıran kostümüyle Gamze Özçelik’in de bulunduğu bir grup olduğu hálde, özüne dönmek için bazen uzaklaşmak gerektiğini anlatıyor:

Yok Tayland, Şangay görmek lázımmış, yok Mardin, Urfa, Hayburt, Bayburt görmek lázımmış... Bütün o "otantik" tatlar yani. Kolombiya kahvesi içip bir kereliğine saçları mora boyatmak falan lázımmış.

Sonra balıkla rakıyı özler, İstanbul’a dönermişiz.

Almayayım, mersi... Gel-git aklımın, 80 dakikada bir yaptığı devr-i álemler yetiyor da artıyor dedim ya... Keşif duygusunun bu kadarı aşar beni abi.

Ben daha ziyade Tebdil-i Mekán’cıyım. "Nereye gitsem yanımda götürüyorum çilelerimi / Valizimde taşıyorum keşkelerimi, bilelerimi / ... / Tebdil-i mekánda ferahlık yokmuş aslında / Acının yüzölçümü yeryüzünden çokmuş aslında..."

Şehir seni izler; bilirsin; Kavafis’in fi tarihinde belirtmiş olduğu gibi...
Yazarın Tüm Yazıları