Bazen hayat vıdı vıdı meraklısı bir piranha sürüsü şeklinde çullanır ya insanın üzerine...
Her kafadan bir ses çıkar ve gürültü kirliliğinden, bağırarak düşünme ihtiyacı hissedersin. Kendi düşünceni duyabilmek için...
Döner, günlüklerini silbaştan okursun. Gider denize bakarsın. Eski dostlarına telefon açarsın. Eski fotoğraf albümlerini karıştırırsın.
Ve ruhdaş bir yárenin sesinden, güzel bir şarkı dinlemek istersin.
Şebnem Ferah, bu gibi durumlarda ilaçtan öte, serumdan öte, kan nakli gibi yetişen birkaç hakikatli şarkıcıdan biridir, cankurtaran gibidir benim için böyle zamanlarda.
Kayboldun mu çıkış yolunu işaret eden ışıklı bir tabela gibidir Şebnem Ferah. Masalda, ormanda kaybolan ve kötü kalpli cadının şekerden, çikolatadan, kurabiyeden yapılmış kulübesinde cadı tarafından bonbon misáli hüplenecekken, yere döşedikleri taşlar sayesinde geri dönüş yolunu bulan Hansel ve Gretel’in (ki onların da elálemin evini kemirmeye yeltenen obur ve şımarık veletler olduğu iddia edilebilir tabii!) çakıl taşları gibi...
Şebnem Ferah taş gibi şarkısında diyor ya hani: ‘Benim çakıl taşlarım var irili ufaklı / Kaybolduğumda yere yayıp yol yaptığım / Çakıl taşlarım var her yerden topladığım / Boşluğa düştüğümde oyunlar yaratıp oynadığım...’
Ferah’ın beşinci albümü Çakıl Taşları’yla aynı adı taşıyan klip, Can Kırıkları’nın ardından huzura gelen ikinci çalışma.
Tanıtım bültenine göre ‘hayali bir yol hikáyesi’ olan ve Tekirdağ civarlarında, Gürcan Keltek yönetmenliğinde çekilen klipte, ‘bir benzin istasyonunda tesadüfen bir araya gelen insanların (Şebnem Ferah’ın yanı sıra Süreyya Güzel ve Murat Prosciler de rol alıyor.) kafasında olup bitenler anlatılıyor’muş...
Geniş bir araziye konuşlanmış bir istasyonda birbirine teğet geçen insanların, konuşmadan anlaşması ya da yanlış anlaşması...
İlk gençlikten kalma bir şiirin mısraları gibi: ‘Alas for our missed understandings / Alas for our unhappy landings / (...) / I wish we could do it again...’
Mealen, özlenen ve kelime oyunuyla aynı zamanda hem bir karşılıklı anlayışı hem de yanlış anlaşmayı selámlayan o şiirdeki gibi... Hayat çünkü, Tanrı’ya ulaşacak kadar yüksek bir bina, yani Babil’in Kulesi’ni inşa etmeye çalışırken cezalandırılan insanların hikáyesi gibidir çünkü bazen. Tanrı kendisiyle boy ölçüşme küstahlığını gösteren, o zamana dek aynı dili konuşan insanları, bir anda ayrı diller konuşmakla cezalandırır ya hani: ‘Ulan beni bir tek sen anladın, sen de yanlış anladın!’ diye höyküresi gelir insanın.
Oysa bir anlam varsa -ki vardır- bu anlamda ne konuşmanın yolları tükenir, ne de susmanın... Şebnem Ferah’ın dediği gibi:
‘Benim bir sözlüğüm var / Unutulmuş bir dil / Oysa ki içinde her şeyin anlamı gizli / Benim bir gözlüğüm var sol camı kırıldı / Taktığım zamanlarda içini gösteren adeta...’
Sonra zaman geçer, devran döner, kaos diner, bütün taşlar mükemmel bir matematikle yerine oturur. Ve hayat silbaştan kendi sağlam, dingin ritmine kavuşur.
İnsanın durduğu yere bir sfenks gibi çöküp kalası gelir. Şebnem Ferah’ın dediği gibi:
‘Benim hiç boyanmamış dört duvarım var / Çatlaklarından sızıp içinden geçtiğim / Benim hiç yıkılmamış duvarlarım var / Dikkatle baktığımda ardını gördüğüm adeta...’
Şebnem Ferah, şahsi kanaatimce, bu ülkeden gelmiş geçmiş en iyi şarkı yazarlarından biri.. Aynı zamanda en iyi vokallerden biri olduğu gibi. Kendi sözlerini, kendi sesiyle, yalansız, söyleyen.
Ömrüne bereket dilemek lázım. O ki henüz yazdığı hikáyenin sonu gelmemiştir:
‘Benim bir hikáyem var / Sonunu yazmadığım / Benim bir sevgilim var / Henüz tanışmadığım / Benim umudum var, benim umudum var, benim umudum var / Sen hiç ‘hiç’ oldun mu? / Birden duruldun mu? / Bulanıkmış berrakmış her suyu içtin mi? / Altında ağ olmadan yerden yükseldin mi? / Tam zevkine varmışken birden yere düştün mü? / Sen?..’
Bizim de var efen’im; umudumuz yani...
Değil mi ki gerçek zafer, hiç düşmemek değil, yere çakıldıktan sonra tekrar ayağının üzerine dikilebilmektir. Neticede büyük şair Necatigil’in dediği gibi: Geçer, geçer, geçer... Bütün masallar, mutlu sonla biter... Bir varmış bir yokmuş; Şebnem Ferah hikáyelerini anlattıkça, biz çıkmışız kerevetine...