Salı akşamı, Dilek’le, Magic Life’ın Avusturya’dan getirtip Türkiye turuna çıkardığı reggae grubu Sam Brisbe & One Soul’un konserini izlemek üzere Babylon’a gittik.
Viyana’dan gelen bir reggae grubu ne menen bir şey olabilir diye merak ediyorduk. Az buçuk düşünüp neticede "Bütün reggae grupları gibidir canım; bol bol Bob Marley cover’ı seslendiriyorlardır" tahminine vardık; nitekim yanılmadık...
Ki, iyi icra edildiği sürece buna da kimsenin itirazı olmaz. Özellikle de Could You Be Loved’ı o bizim malûm klişeyle "Kurtlu pilaaaav!" diye terennüm edip huşu içinde salınan Dilek’in... (Hayatının şarkılarındandır; pek sever...)
Dilek akşam bende kalacaktı. Keyfimiz gayet yerinde, eve gittik. Televizyonun karşısında son bir bira-kahve-zap turuna çıktık. Sabah erken kalkacaktık. O yatak odasına gitti; ben her zamanki gibi televizyonun karşısında sızmak üzere kanepeye devrildim.
Zaplamaya devam ettim.
Baktım Star’da Melih Gökçek konuşuyor. Kendileri Güney Kore’nin başkenti Seul’de düzenlenen Ankara Günleri’nden taze döndüler malûmunuz.
Bir yandan AKP Grup Başkan Vekili Salih Kapusuz’un Atatürk Orman Çiftliği arazisinin 10 yıllığına Ankara Belediye’sinin kontrolüne verilmesine yönelik önergesini nasıl memnuniyetle karşıladığını, bunun gerçekleşmesi hálinde ilk iş olarak Atatürk Orman Çiftliği’ne Safari Park yapmayı planladığını filan anlatıyor; bir yandan da kupleler hálinde Güney Kore anılarından ve gözlemlerinden bahşediyor.
Bir süre sonra Dilek odaya girdi; "Kızım ben senin yaşlılık hálini düşünüyorum da güleyim mi ciddi ciddi endişeleneyim mi karar veremiyorum" dedi.
Kendimi tutamayıp televizyon ekranına çemkirmeye başlamışım yine. Dilek’i içerideki odada uyandırabildiğine göre takdir edersiniz ki pek de alçak perdeden yapmıyorum bunu üstelik. Yarı açık gözleriyle koltuğa ilişip "Niye gidecekmiş ki Melih Gökçek Güney Kore’ye" diye sordu devrik devrik...
Ekrana doğru o minvalde önerilerde bulunuyordum: "Sen gidip Güney Kore’de yaşasana; hepimiz için daha hayırlı olur" filan...
"Gitti döndü zaten, bir daha gitsin diyorum" dedim; "Çünkü bebeğim, bu aralar Güney Koreli bilimadamları, belli bir grup Türk erkeğinin mutluluğu için çalışıyor. Ben Melih Gökçek’siz daha mutlu olacağımı biliyorum; o da orada daha mutlu olur belki."
Ne hikmetse bu aralar Güney Koreli bilimadamlarının yeni bir güzelliği gündeme düşüp duruyor.
Kore Endüstriyel Teknoloji endüstrisi, 321 bin dolara Eve (Havva) adında, insansı bir kadın robot üretti meselá... 160 cm. boyunda, 50 kilo ağırlığındaki Eve, "ideal eş"miş... 400 kelime biliyor, az konuşuyor, kısa cevaplar veriyor, toz alıyor, yer siliyor...
Sonracığıma, Vatan gazetesinin "Bir görgüsüz aranıyor" başlığıyla manşetten verdiği 24 ayar altın kaplama çerçeveli dev ekran televizyon haberi var. O da Güney Kore’de üretilmiş. (Dubaililer’in siparişi üzerine gerçi...) 71 inç ekranlı cihaz, 75 bin dolara Akmerkez’de alıcının beğenisine sunulmuş.
Melih Gökçek’i düşünüyorum; Güney Kore’de, bir grup çekik gözlü taraftarın her galibiyetinde Başkan’ı altı okka yaptığı Belediye takımı kurmuş; maçları 24 ayar altın kaplı televizyonunda izliyor. Bu arada, bizim mülayim robot Havva abla, mütemadiyen çay getirip götürüyor. Hem evin içi "Gökçek’in safari çiftliği" modelinde; ortada devekuşları, pandalar, şunlar bunlar dolanıyor. Şık bir manzara değil mi yani? Üstelik kendilerine Güney Kore geleneksel giysileri bir ayrı yakışıyor.
Çok saçmaladım di mi? Kusura kalmayınız... Viyanalı müzisyenlerden Jamaika müziği dinleyince ve yetmezmiş gibi üzerine bir de Gökçek’in global hayallerine kulak kabartınca ezber hafif dağılabiliyor.