Mahmut Tuncer, televizyonda bir program boyu, stüdyo konuklarına hınzır hınzır sırıtarak; "Küçük Mahmut’u görmek istiyor musunuz; ehehehe" şeklinde bir geyiğe sardırmış; stüdyo insanları bunun üzerine yine bir program boyu, sonsuz bir hevesle "Eveeeet, yeeeaaahhhh!" şeklinde alkışlamış da alkışlamış; sonra bunun tabii ki saçmasapan bir küçücük şakacık olduğu anlaşılmış.
Sormadım artık, adı Mahmut olan küçük bir çocuk mı çıkardı, kendisinin bir kuklasını filan mı çıkardı... Takatım yok maalesef.
Ne zamandır elimin değmediği kitap kolilerini açtığımda, özlediğim bir dostla karşılaştım: Neil Postman’ın "Televizyon: Öldüren Eğlence/Gösteri Çağında Kamusal Söylem" isimli kitabı.
Vaktiyle bahsini açtığım, çok çok sevdiğim bir kitaptır. Yine çok çok sevdiğim iki ayrı eseri mukayese ederek, "şov biz"e mercek tutan, telgrafın icadıyla Las Vegas’ın "icadı"ndan filan dem vuran, iletişim politikaları üzerine ilginç tespitleri olan, güzel bir eserdir. Hararetle tavsiye edilir.
Önsözünden bir parmak bal çalalım; meraklısı, kitabı kendisi arayıp bulacak, ilgisini esirgemeyecektir:
"Gözümüzü 1984’e dikmiştik. O yıl gelip de kehanet gerçekleşmeyince sağduyu sahibi Amerikalılar kendilerine usul usul övgüler düzdüler. Liberal demokrasinin kökleri sağlam çıkmıştı. Terör her yere sıçrasa da Orwellci kábuslar en azından bize uğramamıştı.
Oysa Orwell’ın uğursuz öngörüsünden başka bir öngörü daha bulunduğunu unutmuştuk: Bu değişik kehanet, Aldous Huxley’in biraz daha eski, biraz daha az bilinen, ancak aynı derecede ürkütücü olan Brave New World’üydü (Cesur Dünya). Okumuş insanlar arasında bile yaygın olan inancın tersine, Huxley ile Orwell’ın kehanetleri aynı şeye ilişkin değildi. Orwell’ın uyarısı, dıştan dayatılan bir baskının bize boyun eğdireceği yönündedir. Huxley’in görüşüne göre ise insanları özerklikleri, olgunlukları ve tarihlerinden yoksun bırakmak için Büyük Birader’e gerek yoktur. Huxley’e göre, insanlar süreç içinde üzerlerindeki baskından hoşlanmaya, düşünme yetilerini dumura uğratan teknolojileri yüceltmeye başlayacaklardır.
Orwell kitapları yasaklayacak olanlardan korkuyordu. Huxley’in korkusu ise kitapları yasaklamaya gerek duyulmayacağı, çünkü artık kitap okumak isteyecek kimse kalmayacağı şeklindeydi. Orwell bizi enformasyonsuz bırakacak olanlardan, Huxley, pasifliğe ve egoizme sürükleyecek kadar enformasyon yağmuruna tutacak olanlardan korkuyordu. Orwell hakikatin bizden gizlenmesinden, Huxley hakikatin umursamazlık denizinde boğulmasından korkuyordu. Orwell tutsak bir kültür háline gelmemizden, Huxley duygu sömürüsüne dayanan içki álemleri ve tek başına iple asılı bir tenis topuyla oyalanmak gibi şeylerle ömür tüketen önemsiz bir kültüre dönüşmemizden korkuyordu. Huxley’in Brave New World Revisited’de belirttiği gibi, tiranlığa karşı direnmek üzere daima tetikte bekleyen kamusal özgürlükçüler ile rasyonalistler, "insanın neredeyse sonsuz olan eğlenme açlığı"nı hesaba katmamışlardı.
Huxley, 1984’te insanları acı çekerek denetlendiğine dikkat çekerken; Brave New World’de insanlar hazza boğularak denetlenmektedirler. Kısacası Orwell bizi nefret ettiğimiz şeylerin mahvetmesinden korkarken, Huxley bizi sevdiğimiz şeylerin mahvedeceğinden korkuyordu.
Bu kitap, Orwell’in değil, Huxley’in haklı olduğu düşüncesiyle yazılmıştır."
Okuyunuz, derim... Küçük Mahmut’a sonra bakarız. Görmediğimiz şey de değil zaten... Evet, tabi, ehehehe (!)...
*: Ayrıntı Yayınları / Çeviren: Osman Akınhay... Orijinali: Amusing Ourselves to Death / Public Discourse in the Age of Show Business; Penguin Books; 1985