Pek sevdiğimiz bir dostumuz var; iyidir hoştur ya, biraz tahammülsüzdür.
Herhangi bir konu üzerine döndürülen ve iki cümleyi aşan hiçbir muhabbete katlanamıyor. Söylediğine göre; ‘n’apsın, canı sıkılıyor.’
Bir ara Da Vinci’nin Şifresi’ne takmıştı kafayı.
Kitabın yarattığı infial dolayısıyla baygınlık geçirme raddesine gelmişti ve ne zaman bir mecliste kitabın konusu geçer gibi olsa lafa; ‘Başlarım oğlunun şarap çanağına!.’ şeklinde girer olmuştu.
Çaktınız di mi köfteyi?
Baba-oğul-kutsal ruh hadisesi... Kutsal kase, oğul İsa’nın son yemekte içinden şarap içtiği kase ya...
Sormayın, pek komik bir kardeşimizdir! Ehehehe ve dahi ekiekieki...
Şimdilerde takıntısı başka.
Kinayenin kulağına su kaçırdı; Ferhan Şensoy’un aldığı günden beri kimselere koklatmaya kıyamadığını belirte belirte bir hál olduğu şu meşhur kavuğu ‘Kutsal kavuk’, konuyla ilgili, bitmeyen senfoni modeli tartışmaları da ‘Dümbüllü’nün şifresi’ şeklinde anıyor.
Ne kavukmuş be!
Geleneksel Türk Oyunu’nda meddahların simgesi olan, sahibi tarafından belli bir süre taşındıktan sonra, emekliliğe yakın bir sonraki ‘seçilmiş’ kişiye devredilen kavuk Ferhan Şensoy’a geldiğinden beri ben diyeyim Kıbrıs, siz deyin Kudüs...
Ki, gayet iyi hatırlıyorum, Kel Hasan Efendi’den İsmail Dümbüllü’ye, ondan da Münir Özkul’a devredilen kavuğun, Özkul tarafından Ferhan Şensoy’a devredilmiş olması da vaktiyle Express dergisi gibi kimi yayın organları tarafından yadırganmıştı:
‘Kavuğu ver lavuk!’
Ferhan Şensoy, Kelebek’te Mevlüt Tezel’e verdiği röportajda, ıbrık, ıbrık, ıbrık, kavuğu Cem Yılmaz’a devretmeyeceğini söylüyor:
‘Kavuklu öyle çabuk, zırt diye çıkan bir şey değil. Stand-up’la falan alakası yok bu işin. Tiyatrocu olunacak. Cem Yılmaz’ın benim de güldüğüm esprileri var ama her şeyine gülmüyorum. Zaten ben herkese çok zor gülen bir insanım. Cem Yılmaz komik ama tiyatrocu değil. İki saat sahne götürecek bir aktör performansı yok. Ne olursa olsun, ağzıyla kuş tutsa bile, aktör olmayan birinin sahnede iki saat bulunması beni rahatsız etmiştir. Elini cebine sokup, sağdan sola yürüyüp bir şey anlatmak çok moda. Ancak dünyadakiler bunu 20 dakika yapıyor, bizim arkadaşlar ‘Ferhangi Şeyler’i izleyip büyüdükleri için hep iki perde yapmak zorunda hissediyorlar kendilerini.’
Sonra da konuyla ilgili bir de küçük sitem ediyor:
‘Bu arada röportajın çizgisi ‘Şans Kapıyı Kırınca’dan çıktı, ‘Cem Yılmaz kavuğu alamaz’a dönüştü. Ondan sonra bu röportaj okunuyor. Cem Yılmaz, ‘Ben Ferhan Şensoy’u çok seviyorum, zaten onun kitabını okuyorum’ diyor. Ardından Yılmaz Erdoğan birdenbire üstüne alınıyor ve cevap veriyor. Bu saçma bir şey.’
Eh oltaya kavuk bağlayınca, anında atlayanı bol oldu tabii.
Meselá Hamdi Alkan, Cem Yılmaz’ın kavuğu fazlasıyla hakkettiğini söyledi.
Rasim Öztekin, doğal olarak Şensoy’dan yana tavır koydu ve; ‘Cem Yılmaz aktör ama tiyatrocu değil’ dedi.
Ben de naçizane, sazan kadrosundan mevzuya bulaşmazsam içimde kalacak:
1)Ferhan Şensoy emekli mi oluyor? Benim bildiğim en az 10-15 yıldır kavuğu kime verecek geyiği dönüyor. Neredeyse aldığı günden beri! Ve Ferhan Şensoy tabii ki kimseleri beğenmiyor, gerekirse, kavuğu müzeye bırakabileceğini söylüyor. Allah gecinden versin, Şensoy, ölüp de reenkarne olduğunda, müzeye emanet ettiği kavuğu yine kendisi mi almayı planlıyor?
2)Meddahlık nedir? Dümbüllü de neticede mendili boynuna atıp, memleket gündemiyle ilgili hiciv yapmıyor muydu? Sene 2005... Şimdilerin meddahları da ille ki lafa Esselámın aleyküm diye girip birebir aynı mevzulardan aynı repliklerle mi bahsetmek zorunda? Doğaçlamaysa doğaçlama... Şensoy’un Ferhangi Şeyler’i taş gibi tiyatro da, Cem Yılmaz’ın yıllardır tiyatro salonlarında onbinlere sergilediği tek kişilik oyunu niye hokkabazlık oluyor?
3) Kavuğu hakkedip hakketmemenin kıstası, Ferhan Şensoy’un kime gülüp gülmediği mi? Kaldı ki kendileri pek az kimseye güldüklerini kendi ağızlarıyla söylüyorlar. Koppenhag kriterlerinden alışkınız nasıl olsa, şu garip deli deli gönlümüz, Ferhan Şensoy’dan kavuk kriterlerini açıklamasını bekliyor.
Benim dediğim ya da benim dediğim ya da benim dediğim olabilir mi???