Özcan Deniz’in Kal De’si var ekranda... Ses ve Ayrılık albümünün ilk iki şarkısına çekilen iki klip de birebir apartma olduğu için bu kez işi sağlama almış. Oturmuş klibi kendi çekmiş.
Şarkıyı da Balalayka filmini izlerken hislenip yazmış.
‘En derin aşklarda bile yaşanır bu gel-gitler / Her insanın içindedir bu hırçın dürtüler / Bazen bir an olur ki şaşırırsın olanlara / Hiç olmadık yere sürerler bu zamansız öfkeler / Yalnız kalınca kendinle pişmanlık sarıverir / Ama giden çoktan gitmişse, çareler çaresizdir / Kal de, hadi kal de, bana kal de, kalayım / Bana kal de, hadi gitme de, bana kal de, kalayım...’
Bir evlilik senaryosu. Bildiğiniz türden bir karı-koca kavgası ediliyor ama tabii ki lacivertin romantik tonundan...
Bu arada aralarda, mutlu günlere flashback’ler yapılıyor. Düğün dernek, nedense Balkan havaları çalıyormuş hissi uyandıran...
Pistin ortasında Seymen Ağa figürleri attıran bir Özcan Deniz ve karşısında Best Model 2004 birincisi Arwa Goude...
Klibi kendisi çekmiş ya, niyeyse iç çekimler, Haziran Gecesi çağrışımı yapıyor gibi geliyor bir yandan da... Baran Abi havaları...
BU ADAM KİMSELERE YARANAMAYACAK MI
Önyargıya gel... Özcan Deniz’den çıkan hikáyenin içinden sanki illa Haziran Gecesi, Asmalı Konak ya da Neredesin Firuze havası geçmesi zaruriymiş gibi...
Üstelik bu üç hikaye de birbirine arslan, leylek ve balık kadar benziyor, ayrı...
Adam gayet güzel şarkılar yazıp söylüyor, filmleri de gayet başarılı... Şu Haziran Gecesi muhabbetinin izlediğim kadarıyla biraz pöfürttüğü kanaatindeyim ama olsun varsın.
Yine de insan düşünmeden edemiyor. Özcan Deniz ne yaparsa yapsın, kimselere yaranamayacak mı?
Telefon: ‘Elifim...’
A a, nasıl yani?.. Kara gözlüm, kara muçom arıyor. Elif, yeğenim...
Daha 10 yaşında... Kendi cep telefonundan?..
Eniştemin yumuşak karnı elvermediği için cep telefonu alındığına vakıfım da... Hem bu konuda en koyu muhalefeti yapmış kişiyim de ama?..
Ne bileyim, ilk kez kendi telefonundan beni arıyor. Bir aman da aman hissiyatı tebelleş oldu bünyeye...
MİNİK YEĞENİMDEN TAKI TASARIMI ŞOKU
İnsanın telefonu çaldığında eli ayağına böyle dolaşır mı? Dolaştı... Açtım:
- Miniko?.. Sensin di mi?
- Eboş Teyzeciğim, nasılsın? (O valla!.. Ulan, şu ‘Eboş’ saçmalığı Miniko’nun ağzından böyle lokum tadında çıkmasa, kendisinin kullanması yetmiyormuş gibi yeğenimin de diline bu karizma tırpanı lákabı pelesenk eden anneme fena bir iyilik düşünürdüm ya...)
- Nasıl olayım bebeğim? Eboş Teyzeciğim diyen dillerine kurbanım. Hayırdır?
- Şimdi google’dan seni girdim, yazıların çıktı, fotoğrafını da gördüm de ne kadar özlemişim, sesini duyayım dedim... Hani geliyordun? Güya Aralık’tan beri geliyorsun.
- ..?
- Alllo?
- Ehemörrrghhh... (Sigarayı bırakmaya kaç gün kalmıştı?) Ne google’ı hayatım? Google mı dedin sen?
- Hı hı. Şencan Dedem’i de girdim. Biliyor musun, gençliğinde altı kere milli olmuş.
- ...?
Küçümenlerinin dizinin dibinde büyümesini izleyen, tüm o küçük mucizelere olağan işlermiş gibi şahit olanlar, benim gibi gurbet kuşlarını kolay kolay anlayamaz.
Beceriksizliğimden dolayı, ayrıca basiretsizliğimin de değerli katkılarıyla (!) Elif’i doyasıya senede bir, bilemediniz iki kere görebiliyorum. Ve her seferinde karşıma bir sürpriz yumurta çıkıyor.
Ya bir kafa boy atmış oluyor, ya mükemmel manşet atmayı öğrenmiş; ya da ne bileyim, işte, google’ları muugılları talan ediyor.
İçimden ‘Ben sana, ben yanında değilken büyünmeyecek demedim mi?’ filan benzeri salak cümleler kurmak geliyor.
En son, resim kursuna gidiyordu.
- Resim nasıl gidiyor?
- Ne resmi?
- Resim kursuna gidiyordun ya hani?
Esas darbeli yanıt bunun üzerine geldi:
- Ben artık takı tasarımıyla uğraşıyorum.
-...?
Nasıl yani? Haziran Gecesi?!. Özcan Deniz’e bakıyorum pis pis.
- Elif, birazdan bana Özcan Deniz’e aşık olduğunu filan söylemeyeceksin değil mi?