Sonunda beklenen oldu. Delirdim. Çarşamba geceyarısı Evrim’i aradım. Kendileri Cumartesi ekinin editörlüğünü ifa eden, Avusturya tedrisatının feriştahından geçmiş, güzel olduğu kadar Prusyalı, anlayacağınız disiplinli mi disiplinli bir hanımefendidir.
Konu işe gelince, dost hatırı tanımaz, kırk katırı ve kırk satırı tanır... Yine teee salıdan, yazıları erken veren yazarın sayfanın locasına konuşlanacağına dair şakayla karışık kinayeli göndermelerde bulunmuş. Beni, perşembenin gelişi çarşambadan belli olduğu ve yazı her zamanki gibi son güne sarkacak gibi göründüğü için mutat vicdan azabına gark etmiş...
Son derece iyi niyetliydim. Üstelik cehenneme giden yolların iyi niyet taşlarıyla döşeli olduğunu da gayet iyi bilirim. Buna rağmen "Yazıyı bari en azından çarşamba akşamı evde laptop’la yazayım, sabah erkenden postalarım" dedim. Akşamın kel bir vakti, işten çıkmış eve gitmişim. Kumandayı kafadan müzik kanallarına sabitlemişim. Comedymax’e ya da CNBC-E’ye, ya da neyse neye, herhangi bir kanala, takılır kalırım diye hiiiç ilişmemişim.
Hormonlu vazifeşinaslığımı yiyeyim. Dört küsur saat peş peşe klip üzerine klip üzerine klip üzerine klip izledim. Sonra işte, delirdim.
"Yapamayacağım, bu hafta yapamayacağım" diye sayıklayarak, telefona sarıldım. Fakat iyi aile terbiyesi almış bir akıllı deli olduğum için, direkt aramadan önce, belki uyumuştur diye Evrim’e mesaj attım: "Uyuyor musun kardeşim?" Uyumuyormuş. Aradım. Ve resmen yalvardım: "Şekerim, balım, tatlım, haşmetlim, kıymetlim; yalvarsam yakarsam dizlerine kapansam bu hafta kliptomanı yazmayabilir miyim?" "Nein!" dedi germen germen; en gestaposundan, en SS’inden, en Alman’ından bir tonda. Bunun üzerine, her Türk’ün yapacağını yaptım ve beklediğim cevabı alamayınca çemkirdim. Diyaloğumuzun, daha doğrusu karşılıklı monoloğumuzun seyri, aşağıda okuyacağınız üzredir:
SOHBET Mİ, PAZARLIK MI?
- Ablacım, sen benim neler çektiğimi biliyor musun? Klip áleminde karşına her hafta "Eskidendi, Çok Eskiden" tadında bir Uğur Yücel "sinema"sı çıkma olasılığının, hakkında yolsuzluk iddiası olan bir Maliye Bakanı’nın istifa etme olasılığından daha düşük olduğunu biliyorsun değil mi? Dikkatini çekerim, burada Türk kamerasından bahsediyoruz; Japon mapon da değil...
- Niye öyle diyorsun? Her dakka öylesi denk düşmeyebilir ama arada gayet iyileri de çekiliyor. Hem her klip de öyle Cirque Du Soleil performansı arz etmek zorunda değil ki canım? Yok mu şöyle yükselen rock gruplarından bol animasyonlu bir şeyler?
- Cirque Du Soleil mi? Dalga geçiyorsun herhalde? Başlayacağım senin Avrupa görmüş hallerinden ha! Ben diyorum hadımım, sen diyorsun Cirque Du Soleil! Şöyle Kış Olimpiyatları açılışı tadında bir klibimiz var; fonda da Samantha Fox Türkçe "Çıktım söğüt dalına"yı çığırıyor, o olur muydu? Ya da istersen "Kezban Paris’te"nin soundtrack’i çıkmış, Hülya Koçyiğit Eyfel’in dibinde dans ediyor, filmin tema müziğinin üstüne de remiks cıstakları döşemişler, onu yazayım?
- Abi amma abarttın ha! Kliplerin topuna kıran mı girdi?
- Hayır bebeğim; asabımın tellerine saçkıran girdi. Bütün klipler birbirine benziyor. Ya performans klibi çekiyorlar, ya solisti muhtelif sokak köşelerinde, şık kafelerde ve/veya çayır çimen dere tepede buğulu buğulu bakarken görüntülüyorlar ya da şarkıcının konu mankeninin biriyle evde oynaşırkenki mutlu günlerine flashback’lerle gönderme yapan "Bir yar sevdim, bana varmadı, üstelik dallama çıktı, tuttu bir de beni aldattı" senaryosuna asılıyorlar. Şarkılar aynı, klipler aynı, anasını sattığımın kareleri bile aynı be! Sen Mustafa Topaloğlu neden bu ülkede Elvis muamelesi görüyor sanıyorsun! Adam en azından enteresan!
- Bana ne bağırıyorsun kızım! Ben mi çekiyorum klipleri allallaaa...
- Peki ben mi çekiyorum?!. Sen çekmiyorsun, ben çekmiyorum, bu benim çektiğim nedir peki? Haftaya geçer diyoruz, demokrasilerde mucizeler tükenmez, piyasaya iyi bir şey düşer diyoruz. Sen de üç senede bir kerecik halden anla kerkenez!
- Huooop! Bana Unakıtan ağızları yapma, bak kötü olacağız ha!
- Esas sen bana hareket çekme, hareketin tillahını görürsün! Gecenin körü demem, atlar Bebek’e gelir, seni kanepeye bağlar, sabaha kadar Emre Altuğ’un "Olmuyooor olmuyooor, sensiz olmuoooyooour" klibini izletirim. Bir daha bir daha bir daha... Aralara da bi’ Gökhan Özen, bi’ Ebru Destan, bi’ "Ayşeeeeem!" diye höyküren Kıraç; defneyaprağı serpiştirilmiş çöp şişten beter olursun valla!
- Esas ben oraya gelirsem...
- Ne yaparsın ha! Ne yaparsın? Bana daha ne yapabilirsin lannn? Acı çekiyorum diyorum sana. DAHA NE yapabilirsin?
- Bak şimdi de başbakan tonundan konuşmaya başladın. Sensin lan! Plan yapıldı, sayfa bile çakıldı. Senin köşenin olduğu yere nal kadar bir "Yazarımız sorumsuz, şımarık ve kaprisli bir hıyar olduğu için bu haftaki yazısını yazamamıştır" notu düşeyim istersen.
Baktım, muhabbet enikonu çirkinleşecek, kendimi meclis kürsüsünde gibi hissetmeye başladım, neden sonra bir an için durdum ve deriiin bir nefes aldım.
- Tamam abi. İstediğin gibi olsun. Yazı yarın elinde. Eşi menendi görülmemiş bir klip yazısı olacak.
- Haşşöööle!
... Dedi ve o anda o da kendini yakalamış olacak ki sustu, kibarlığını takındı.
Bir süre telefonda kavga etmiş ergen manitalar gibi susuştuk. Allah’tan hiç değilse; "Sen kapa", "Aaa, olmaz, önce sen kapa" faslına girmedik ve sessizce dağıldık.
Ben sorumsuz, şımarık ve kaprisli bir hıyar değilim. Buyrun, bu, bu haftaya mahsus bir klip yazısıdır.
Uyarmadı da diyemezler yani. Düpedüz delirdiğimi, sizden evvel ona söylemiştim.