Hasta düşmüş muharrirenin havale geçirircesine sayıklamaları, dünden devam... (Bu aralar tefrikalardan gidiyor olmamızı teessüfle karşılayan okura özel, sepet sepet yumurta modeli kafiyeli not:
Hastayız dedik usta! İnsafa gel, fazla uzatma! Bak kafamı kızdırırsan, seni Semra’anım’a veririm. Temcit pilavının tillahını yersin Sabah Yıldızları’nda!)
***
Bugün biraz daha iyiyim. Dolayısıyla, ıbrık ıbrık ıbrık, biraz magazin programı izlemeye çalışabilmeyi deniyorum. (Niyeyse bu lüzumsuz azimle beton delme gayreti artık?..)
Akşamın bir vakti, Özel Hat’a takıldım. Ekranda hüngür hıçkır bir Nez...
Televizyonda zırıldayan birini gördün mü zaplamak Türk’ün şanına yakışmaz. En az beş dakika hakkını vererek izleyeceksin.
Yine de izleyemedim. Hafif tertip daha doğrusu... Dedim ya, bünye biraz kırık; görevi ancak bir buçuk dakika kadar ifa edebildim...
Bilenler bilmeyenlere müjdeli haberi duyursun: Laf cambazı bir arkadaşımızın tabiriyle ‘Lazanya sanatçılarımızdan’ Davut Güloğlu’yla Nez, meğersem Kasımpaşa’dan çocukluk arkadaşıymışlar. (İşin bu kısmını Salı günkü Kelebek’ten, Demirhan Hararlı’nın röportajından öğreniyoruz.)
Seneler sonra muhabbet ‘tanıdık bakkal’dan açılınca, birbirlerinin çocukluk aşkları olduklarına uyanmışlar. Şimdilerde de rüya gibi bir aşk yaşıyormuşlar. Kendileri ne yaşadıklarını bildikleri için kimin ne dediğini umursamıyormuşlar.
Ne güzel...
Gelin görün ki, kaka mihraklar, yine yememiş içmemiş suları bulandırmışlar. Ortaya, Nez’in Davut Güloğlu ile, askerdeki bir beyefendiyle nişanlıyken halvet olduğuna dair haberler düşmüş.
Hiçbir şeyi umursamamaya ahdetmiş Nez’in niyeyse umursayacağı tutmuş.Ki işte, salya sümük...Otomatiğe bağlanmışçasına aynı cümleyi sarf ediyor: ‘Türkiye’nin dramı olmak istemiyorum.’
En kabasından şöyle bir düşününce, kendisini rahatlıkla avutabileceğimize inanıyoruz.
Hani yoksulluk, zırt fırt huzura gelen ekonomik krizler, hükümet bunalımları, terör, taciz, ensest, kapkaç, uyuşturucu trafiği, töre cinayetleri, trafik kazaları, hödö hödö konuşmaktan başka hiçbir icraatı olmayan buna rağmen ömrü billah iktidardan çekilmeyen siyasiler...Filan derken...
Türkiye’nin dramı?.. Zor yani... Endişeye mahal yok yani... Miniminnoş bir kuyruk var, sıraya giriniz yani...
Bu arada bizim tayfa, Nez’in ‘bu işlerden sıtkım sıyrıldı’ hezeyanının ‘samimiyet’ine dair ikiye ayrıldı. Taraftarı var, karşı taraftarı var...
Ben, dediğim gibi, hastalık vesilesiyle tahammül mahalim ve algı kapasitem biraz dar olduğundan mevzuya hayal meyal vakıfım.
Magazin yalamasından mustarip biri olarak, bilemiyorum... Ne zaman böyle bir olayla karşılaşsam, gayrı ihtiyari Yalancı Çoban’ın hikáyesini anıyorum.
Önümüzdeki günlerde, en tövbekár Nez, Davut’lusuyla düet albüm çıkarıp bilumum magazin programına birlikte katılmazsa, bir daha konuşalım deyip, sessizce uzuyorum.
***
O-ha! Bin yıl geçti, şu ‘Gözün aydın Türkiye, kar bilmem kaç vakte kadar Doğu’ya göçüyor’ sakaleti son bulmalar bilemedi. Gerçekten...‘Uzmanlar’, haber spikerleri, vs. hálá bu şekilde sürçüyor, sürçebiliyor olabilir mi?
İnsanın egoist damarı, şu zalim fikrini zikretmeden duramıyor, kendini bu kadar da bilemiyor, tutamıyor olabilir mi?
Gözün aydın Türkiye, kötü hava şartları Batı bölgelerini terk ediyor. Zira bildiğiniz üzre, Türkiye’nin Doğu’su, dış kapının dış mandalı sayılıyor.
***
Ayın 8’inde Cem Karaca’nın ölüm yıldönümüydü... Rahmetlinin ikinci eşi İlkim Karaca, atv ana haber bülteninde Mahsun Kırmızıgül, kanaltürk gece bülteninde, Barış Akarsu ile birlikte canlı yayındaydı.
Öyle dergahın içerisinden, öyle içten?!.
Kinayesi batsın; ne diyeyim bilemedim. Dolayısıyla bir şey diyemeyeceğim... Cem Karaca’nın ruhu şad olsun...
***
Kar, dam altı battaniye (sıcak2 / sıcak kare) altında, içeriden dışarıya bakınca, cam ardından ne romantik görünüyor.
Öyle de temiz...
Bizim hijyen anlayışımıza ne çok uyuyor...
Bembeyaz bir örtü; bütün pisliği, fenalığı, güçlüğü, hiç yokmuş gibi örtüveren...
En fazla üç gün sonra, tüm bu güzellik, paçada çamur, daha beter trafik ve çıplak gerçeklik olarak geri dönecek ama bunu en azından şimdilik düşünmemek, düşünmemeye çalışmak iyi geliyor.
Hasta bir bünye, içeriden dışarıya bakarken, kendini hoş tutmayı, gerekirse kandırmayı; hakkaniyetli bulabiliyor.