Altın Kelebek ödülleri sağolsun, memleketin bilumum şöhretleri tarafından dar bir köşeye sıkıştırılmış bulunuyorum.
Ki isabet yani: Bu aralar ‘yerim dar’ tabirinden ibaretim zira.
Mánásız miktarda adrenalin salgılıyor bünye. -Adrenalin derken, bizim bünyede adrenalin, agresyona tekabül ediyor maalesef-
Eski şarkılarda ‘Ben her bahar aşık olurum’ diye terennüm edilirdi, günümüzde bahar dediniz mi depresyona giriliyor, cinnet sezonu filan açılıyor malûm...
(Hoş, diyeceksiniz ki aşk da bir nev’i cinnettir. Olabilir... Ayrı...)
Bir gazetelere, televizyon ekranlarına bakıyoruz, bir dışarıda patır patır patlayan bahar dallarına. Bu güzelliğe bu rezillikler yakışıyor mu? Hak mıdır, reva mıdır, bahara ayıp diye diye, iyiden iyiye sinirleniyoruz.
Ne vatanseverlik adına yapılanlar vatana yakışıyor, ne bayrak adına yapılanlar bayrağa...
İşin kötüsü, sistem dediğiniz, dünya gidişatı dediğiniz, gündem dediğiniz şeylere kafa-göz dalmak mümkün olmadığı için, ayrıca gündem dediğiniz zaten birbirine kafa-göz dalan insanlardan ibaret olduğu için, öfkemizi bir de salak gibi kel aláka zamanlarda, kel aláka konulardan dolayı, çektiğimiz muameleyi hiç mi hiç hak etmeyen kel aláka insanlardan çıkarıyoruz.
En dibimizdekilerden, en sevdiklerimizden...
Bizi sevmek, yanımızda olmak cezasız kalmaması gereken bir kabahatmiş gibi... Öyle serseri mayın gibi, hedefi şaşmış mermi gibi, kuyruğu yanmış hırçın kedi gibi...
İşte... Türk müyüz ne?
İlişkilerimin selámeti ve sevdiğim kimi insanları -kendimden- sakınmak adına, kendimi tecrit etmeye karar verdim.
Birkaç gün eve kapandım ve terapi hesabına, bünyeye yoğun dozaj Mikhail Baryshnikov tedavisi uyguladım.
Digiturk’de, Sex and the City’nin son bölümleri yayınlanıyor. Üstelik hafta sonları, peş peşe üçer bölüm şeklinde...
Ve Mikhail Baryshnikov, dizinin son bölümlerinde, ballı Carry Bradshaw karakterinin romantik, sanatçı, Rus sevgilisi Aleksandr Petrovsky’yi canlandırıyor.
Eh, yayın akışının belli aralıklarla tekrar edildiğini de düşünürseniz: Her biri yarımşar saatten, öğleden sonra üç doz, akşam üç doz, gece üç doz...
İki günde dokuz saat boyu Mikhail Baryshnikov’a bakmak... Yakınlarının çağırdığı lákábıyla Misha’nın bu dünyaya ‘bakılsın’ diye yollanmış, ilahi bir güzellik olduğu muhakkak.
Hareket etmek, kıpırdamak bir insana bu kadar mı yakışır Allah’ım...
Bu arada, ‘Konserlerde, kulis kapılarında çığlık çığlığa saçlarını başlarını yolanlar ekseri dişiler olduğu hálde niçin, meselá arka sayfa güzelleri ön sayfa frikikleri, hep erkeklere hitap ve hizmet eder?’ diye bir kez daha sormak suretiyle, bu darrr günün akmaz kokmaz yazısına mümkün mertebe bir sosyal içerik, felsefi boyut (!) filan sokuşturmayı da ihmal etmeyelim.
Gazetemizin yazı işlerinde çalışan sevgili arkadaşlarımıza, Baryshnikov’un şöyle çıplak torslu güzel bir resmini, lütfen yani, gazetemizin uygun görülen bir sayfası için, dost kıyağı babında sipariş ettikten sonra, ‘Kadınların güzel adamlara öküz gibi bakma hakkı engellenemez!’ şeklinde sloganımı atar, bahar depresyonuma dönmek üzere huzurlarınızdan saygıyla çekilirim.
İşim var, google’ın grafikler bölümüne girip Baryshnikov, John Cassavetes, Robert Downey Jr., Al Pacino, Adrian Brody, vs. fotoğrafları indireceğim.