Bildiğiniz üzre, tarihin büyük faşist diktatörlerinden Benito Mussolini'nin eskiden porno yıldızı, şimdilerde İtalya'daki ‘‘post-faşist’’ bir partiden milletvekili olan kızı Allessandra Mussolini, geçtiğimiz günlerde taciz sanıklarının hadımlaştırılmasını istedi.
İstemekle kalmadı, düşüncesini kanun tasarısı olarak meclise sundu. Şimdi tabii, bu ne denli doğru bir yaklaşımdır çok da emin değiliz. Ancak, sözümüz meclisten hem içeri, hem dışarı: Bizim topraklarda da mütecaviz bol yetişir. Medyada takır takır haberleri çıkıyor. Çıkmayanlar da kırık bir kol gibi yen içinde kalıyor; yalan mı? Gelin görün ki, Türkiye'de iyi şeyler de olur gibi oluyor. Kadın Sığınağı Vakfı, Mor Çatı'nın yeni girişimi misál: Türk Ceza Kanunu'nun kadına ve cinsel şiddete yönelik maddelerinin değiştirilmesi için kampanya başlattı. Mor Çatı üyeleri; ‘‘Kadın evliyse veya bakire değilse, uğradığı tecavüz daha hafif bir suç sayılıyor. Evlilik içi tecavüz ise suç teşkil etmiyor. Bu yasa maddeleri, TCK'nın Evrensel İnsan Hakları Bildirisi'nin 7. Maddesi'ni ve Anayasa'nın 10. Maddesi'ni yok saydığı anlamına gelir’ şeklinde bir açıklamada bulundu.... Anlayacağınız, bir Hayvan Hakları ile ilgili yasa tasarısı bekliyor; bir de işte, bildiğiniz; Kadın Hakları... Ki, ayrıca sormak da isteriz tabii: Bu noktada İNSAN Hakları nereye düşüyor; kadınları haktan yana kotaya sokmak, kimin haddine düşüyor diye?
Toplantı masasına kütük gibi uzandım, o da uzaktan şifacı figürler attırıyor canım yanmasa, hani gülesim de geliyor
Kendimi iyi hissetmiyorum. Bizim gazetede çalıştığımız kata (5.) kötü, kötü, kötü bir cadı atandı. Bize acımadılar, bünyeye kadrolu şifacı aldılar. Bu kötü, kötü, kötü cadı, hiç utanmadı, kalktı beni imana getirdi. Hakikaten kendimi iyi hissetmiyorum; ürktüm yani, basbayağı korkuyorum.
Birileri deli gömleğini kapıp beni de içine paketlemeden önce mevzuyu başa sarıp izah etmeye çalışayım mı? Peki, deneyeyim...
Gazetenin perşembe günleri çıkan Seyahat ekinde süpürgesiz bir cadı var. Görseniz sinir olursunuz: Her daim bir buket çiçek aranjmanı gibi, güneşten kopmuş parça tesirli ışık huzmesi gibi, gülüm gülüm gülümseyerek, gözleri pırıl pırıl parlayarak falan dolanıyor ortalarda.
Geçenlerde, bir yandan üfleyip duran havalandırma tesisatı, bir yandan metal yorgunluğu, bir yandan özel hayat bezginliği, bir yandan tabiat itibarıyla Tanrı'nın gani gani bahşettiği uyuzluğun getirdiği tedirginlik derken, bendenizin bir yerlerinde bir sigorta attı. (Ki, anneciğimin kulakları çınlasın, biz İzmirliler ona ‘‘astfalyalar attı’’ da deriz...) Bilgisayarın hard disc'ini çevirmeye uğraşırken, sırtımın sol yarısında bir şey tutuldu. Artık bilemiyorum, ay mıdır, güneş midir, elektrik midir... Ama yani, sırtım hakikaten fena tutuldu.
Ayıptır söylemesi, acıya toleransım yüksektir. Kafa-göz vura yara büyüdüğümüz, bir de tabii kadın olduğumuz için, düzenli aralıklarla acı çekmişizdir; öyle kolay kolay pabuç bırakmayız yani...
Ve fakat, bu öyle böyle bir şey değildi: Gözlerimden yaş geldi. Çığlık atmışım; ben hatırlamıyorum, arkadaşlar söylüyor.
İmdat çağrılarını duyan dostlar eksik olmasınlar, hemen ağrı kesici yetiştirdiler. Bir-iki derken, leblebi gibi yuttum durdum onları. Fakat gelin görün ki, yine kişisel tarihimizden dolayı, maalesef ağrı kesici de öyle kolay kolay kesmiyor yani. Bu arada günlerden Cuma ve vakit daha erken. Yani daha çok iş var ve ben ne oturabiliyorum, ne kalkabiliyorum. İki kuruşluk ezberim de dağıldı, ne yapsam bilememekten...
Sonra bu kötü ve tatlı cadı, ufaktan ufaktan yanıma yanaştı. Daha önce mevzu hakkında fikir teatisinde bulunduğumuzda en bet hálimle; ‘‘Benden uzak pozitif enerji bin yaşasın,’’ filan demiş olduğum için biraz da çekinerek ve yine öyle pis pis tebessüm ederek: ‘‘Lütfen,’’ dedi; ‘‘n'olur bana yardım et ki sana yardım edebileyim.’’
Anlatabiliyor muyum? Bu o pozitif enerjicilerden... Reiki, şakra filan, Allah ne verdiyse...
Normalde; ‘‘Ben almayayım, senin canın sağolsun,’’ filan der geçerim ama bu kez naçar düşmüş bulundum.
Girdik toplantı odasına, masanın üzerine kütük gibi uzandım. Bu da uzaktan uzaktan, hiç dokunmadan bir takım şifacı figürler attırıyor. Canım o kadar yanmasa, hani gülesim de geliyor. Yemin ederim, hatta hálá inanmakta zorlandığım için kendimi de telkin edercesine yemin ederim ki, beş dakika sürdü sürmedi, zıplayarak ayağa kalktım. Kadın sanki cımbızla içimden bir yerlerden acıyı çekti çıkardı. Şaşakaldım...
Yetmedi, iki-üç gün sonra şakram varmış, onu da açtı; iyi mi... Benim normalde ciddi bir uyku sorunum vardır; uyuyakalmışım: Tatlı, kısa, dinlendirici ve deliksiz bir uyku...
Şimdi iş tabii paranoyaya sardı; algının kapıları açılmış gibi (yok daha neler) habire gaipten sesler duyup, uzaklardan bir yerlerden acayip şeyler görüyorum. Basketbol antrenmanlarına dönmeyi düşünüyorum.
Dedim ya, korkuyorum.
19 canlı kediler
Memleket toprakları büyük bir şampiyonaya evsahipliği yapacak. Avrupa Bayanlar Voleybol Şampiyonası, 20-28 Eylül tarihleri arasında Türkiye'de düzenlenecek. Kendilerine maskot olarak Ankara kedisini seçen, şampiyonluğa kitlenen Türk Bayan Voleybol Milli Takımı, iki yıldır dur durak vermeden bu turnuvaya hazırlanıyor. Aman desteklerinizi eksik etmeyiniz. Biz kendi adımıza bütün takıma, gofret lezzetinde dokuz kat can dileriz. Bir de hani gazeteler Nature dergisinden alıntılamış ya: Pirelerin rekorunu kırdığı saptanan, 6 mm boyunda olup, saniyede 4 bin m. süratle 70 cm’ye kadar zıplayan, (Ki, insan bu melekeye sahip olabilse, 210 m’lik gökdelenin tepesine sıçrayabiliyormuş.) Cercopidae familyası mensubu bidicik bir böcek varmış ya hani; işte bir de onun performansından dileriz... Ve dört ayak üzeri düşüşler, yumuşak inişler... Dileriz...
Aman tatmin olmasın
Henüz nihayete ermemiş 60 yıllık bir ömürden, 10-20-30-40-50-60 (...) hayat çıkaran, buna rağmen hálá sahnede ve hayatta zıpır zıpır zıplayıp bir yandan da ‘‘I can't get no satisfaction / Bir türlü tatmin olamıyorum’’ şeklinde şarkı sözleri haykıran, Rollin Stones'un efsanevi solist ve lideri Mick Jagger, geçtiğimiz hafta 60. doğumgününü, Prag'da kutladı. Üstelik eski ve yakın arkadaşı Cumhurbaşkanı ve yazar Vaclav Havel'in de hazır bulunduğu görkemli bir partiyle. 13 yıl önce komünizmin Kadife Devrim ile devrilmesinin ardından o topraklardaki ilk büyük konseri veren onlardı. Jagger'ın doğumgünü partisinin ertesi günü, Prag Milli Stadyumu'nda 80 bin kişilik bir hayran topluluğu önünde konser veren de yine onlar oldular. Jagger'ın prizde unutulmuş fişinden elektrik hiç eksik olmasın, adamımıza tatmin duygusu ömrü billáh nasip olmasın ki biz de müziklerinden her daim nemalanabilelim; di mi ama?
Sırtlanın ölümü
‘‘Espri anlayışı faydalı bir şeydir. Siz hiç kalp ağrısı çeken bir sırtlan gördünüz mü?’’ İtiraf edin şimdi; Allah için iyi soru... Üstelik, yanlış anlamıyorsak, satır aralarında epeyce de kalp ağrısı çekmiş bir sırtlan tarafından, pek kinayeli bir şekilde yöneltilmiş vaktiyle... Geçtiğimiz hafta 100 yaşını doldurmuş ve karnı hayata doymuş olarak dünya değiştiren müteveffa Bob Hope tarafından yani... Komedi tarihinin her türlü rekorunu kırıp Dünya'nın hemen her yerinde ve her şekilde onore / taltif edilmiş bir şahsiyetten söz ediyoruz. Akademi Ödülleri'nde iki Onursal Oscar, İngiliz Kraliçesi tarafından verilmiş Şövalyelik payesi de dahil yaklaşık 2000 ödül ve saire... Hayata getir götür işleriyle erken yaşta başlamış, gazozcuda tezgáhtarlık, amatör anlamda boks yapmış, otomobil şirketinde çalışmış, gazete muhabirliğiyle iştigál etmiş birisi, baykuş gözleri ve fil kulaklarıyla hayatı izleyip, el yordamıyla yaşayınca, ortaya ‘‘hafif’’ bir espri anlayışı çıkabiliyor tabii... ‘‘My Favorite Brunette’’ filminde sarfettiği replik gibi misál: ‘‘Hep bir dedektif olmak istedim. Bunun için sadece beyin, cesaret ve bir silah gerekiyordu. E, benim bir silahım var.’’