Geçtiğimiz hafta, 13 yıllık meslek hayatımda ilk kez bir deadline’ı, yani yazı yetiştirme saatini, yani baskıyı, benden kaynaklanan sebeplerle kaçırdım.
Üzerinden üç gün geçti, içim ezik, hálá kendime inanamaktayım.
Basiret bu, bağlandı mı çözmek için Mandrake’nin Abdullah’ı filan olmak lázım...
Şöyle ki, İstanbul’da ikamet eden müzik meraklıları için 12 Temmuz akşamının "Anneni mi daha çok seviyorsun babanı mı" ehemmiyetindeki mühim ötesi meselesi, Park Orman’daki James Brown konserine mi, yoksa Kuruçeşme Arena’daki Guns N’ Roses, daha doğrusu yeni elemanlarla Axl Rose konserine mi gidilsindi.
Ben daha önce James Brown’ı izlemiş, Guns N’ Roses’ın yıllar önce İnönü Stadyum’unda verdiği Slash’li mleşli konseri, üstelik de davetiyem olduğu ve o zaman da stada iki adım mesafedeki Gümüşsuyu’nda yaşadığım hálde, evdeki harlı geyik muhabbetine satmıştım. Muhabbetin belini çatır çatır kırmaktaydık ve hele ki o zamanlar bunu söyleyeni dövüyorlardı ama Guns N’ Roses’a, özellikle de Axl Rose’a pek o kadar bayılmazdık.
Buna rağmen, bu kez deli gönül Guns N’ Roses’a gitmeyi seçti. Ayrıca, gazeteden şahsıma konser izlengeçliği görevi tebliğ edildi.
Gelin görün ki ben Cuma gününe yetiştirmem gereken o vazifeyi "hafif" rötarlı tarifeden ifa edebiliyorum. Neyse, başa saralım...
Axl’ın seyirciyi iki saate yakın beklettiği süre ve konser boyunca "Seni sevmem sütoğlan, babanı da sevmezdim" tonunda mızıldandım: "Ya ben bu herifi bir türlü sevemedim, zaten eskiden de sevmezdim..."
Konsere giderken Aslı’ya bunu söyledim. "Taş gibi şarkıları var; yani şarkılarını seviyorum ama Axl’ın sesine tahammül edemiyorum. Hele ki o ileze sarışın tipine ve o kıpraşan tenya dansına hepten uyuz oluyorum."
İSTERSENİZ RECMEDİN TAHAMMÜL EDEMİYORUM
Aslı; "Zaten Axl söz konusuysa, adam ya seviliyor ya nefret ediliyor" dedi. Valla şaşırdım açıkçası. İlk kez birinin daha adama gıcık olabilme ihtimaline dair bir şey duydum zira. Bizim, müziğin hayat memat meselesi olduğu ergenlik yıllarımızda Axl’a hasta olmayan, çok ağır aşağılanırdı.
Lafı çok uzattığımın farkındayım ama seneler senesi çok çektim ben bu gruptan arkadaşlar çoook. Öyle böyle değil yani. Benim gibi obsesif, üstelik de müzik konusunda sevmediğine had safhada tahammülsüz birinin, ömrünün büyük bir bölümünü, mütemadiyen, üstelik bir döneminde tecavüzden zevk alıyormuş gibi yaparak bir şeye kulak kabartmak zorunda olması nasıl bir duygudur tahmin edemezsiniz.
(Bu arada, hazır yeri gelmişken, Serdar Ortaç’a özel not: Serdar Bey; muhabir olarak birkaç kez amir emriyle abartılı kıyak haberi yapmışımdır ama köşe yazmaya başladığım 23 yaşımdan beri hakikaten hissetmediğim tek bir cümle kaleme almadım. Yani, tereddüdü bol ergenlik yıllarının dostlarla birlikte eğlenme gayretini, düşündüğünü yazmakla ya da yazmamakla karıştırmayalım lütfen. Hani, hakkınızda yazdıklarımın başkaları tarafından empoze edildiğini söylemişsiniz ya Sabah’tan Rahşan Gülşan’a verdiğiniz bir röportajda. Ve hakikaten söylediklerimi düşünüyorsam, bu mesleği bırakma iddiasında olduğunuzu... Bu sözünüz üzerine, sevenlerinizden gelen bir dolu hakaretin yanı sıra birçok ama hakikaten çok arkadaştan da "Eh, nihayet memlekete bir faydan dokunacak" tebriği de aldığımı belirtmeden edemeyeceğim. Saygılar...)
Bir süre sonra dayanamayıp indim zaten o dolmuştan. "İsterseniz recmedin arkadaş, ben bu herife tahammül edemiyorum. Guns N’ Roses’lı organizasyonlarda beni saymayın" diye özgürlüğümü ilan ettim.
İNCECİKKEN HORMONLU DALYAN OLMUŞ
İki-üç gündür bol bol mevzu edildi. Konserin beklendiği kadar kalabalık olmadığını, şöhretlerden kimlerin katıldığını, grubun sahneye bir buçuk saat geç çıktığı için ıslıklandığını, hangi şöhretli simaların orada olduğunu, Axl’ın after party’de Deniz Akkaya’yla takıldığını filan...
Konserde Haşmet’le (Babaoğlu) dip dibeyiz. O’nda Guns N’ Roses’ın yeri ayrıdır. Ezelden ebede gönülden bağlıdır. Benim hazzetmediğimi de gayet iyi bilir. Konser boyunca aramızda dönen, bitmeler bilmeyen geyik; "Bu harbiden Axl mı değil mi" muallağı üzerine oldu.
Birincisi Axl, Axl olduğu dönemlerde hastalıklı derecede incecikten bir adamken, maaşallah resmen bir izbanduda dönüşmüş. Hadi hormonlu dalyan diyelim... Uyuşturucuyu bırakmış olmasının büyük etkisi olduğu konusunda anlaştık neticede. Ben konuda botoks marifeti olduğunu da göz ardında bulundurmamız gerektiğini iddia ettim.
Zira kozmetiğin nimetlerinden bolca faydalanıyor Axl Abi tahminim. Saçlara meselá fena takıldım: "Abi, Axl’ın saçlar Nejat Yavaşoğulları tadında değil miydi. Hani hafif seyrekti... Bu rastafari gürlüğü, peruk mudur dersin, yoksa herif saç mı ektirdi?"
Konuşma sesini sonra, yine benzetemedik. Bunun yanında o kıvırma hareketini hani neredeyse hiç yapmadı, yaptığında da o tonu tutturamadı. Piyanist şantöz blazerleri giydi. Haşmet, "Ulan, bu adam bu kadar pantolonlu da değildi. Hazır kıyafet de değiştirip duruyor, bir bermuda giyse bari. Bacaklardan tanırdık" dedi. Axl, bandana takmadığı gibi bermuda da giymedi. Yüzünün yarısını kaplayan gözlüklerini de anca sonlara doğru çıkardı.
SON ÜÇ YENİ ŞARKIYI ŞAHSEN BEĞENDİM
Sonra o malûm, "Burası şahane bir yer, dolunayımız var, nehrimiz var" muhabbeti geldi. Ben Haşmet’in Axl Rose’u sevmemek gibi şansı olmadığını düşünüp gülmekten yarıldım. Deniz söz konusu oldu mu ufku görmezse içi rahat etmeyen Haşmet de Boğaz’a nehir der çünkü.
Konser bitti. Sezar’ın hakkı Sezar’a rock tarihinde bir nev’i milli marş sayılan November Rain çalarken, háliyle, benim bile içim gitti. Bunun yanında söyledikleri son üç yeni şarkıyı, şahsen eski klásiklerden daha fazla beğendiğimi de itiraf edeyim, tam olsun. Kulağa gayet taze gelen bir müzikti valla...
Neyse; sonunda after party’nin vuku bulacağı Sortie’ye vasıl olabildik. Fakat o noktaya kadar, arada Buz’daki Türkçe gecesine de uğramayı ihmal etmediğimiz için zaten bitmiştik. Axl sabah 04.30 sıralarında mekána teşrif ettiğinde, benim içim çoktan geçmiş, işim çoktan bitmişti. İş derken, ben bitmiştim yani; yoksa, evde iş bekliyordu. Fakat eve nasıl döndüysem, yatağa nasıl girdiysem artık?!.
Bu aralar sabah 09.00-akşam 09.00 kıvamında çalışıyorum ve hayatımın en ulaşılabilir dönemini yaşıyorum. İş yerindeki odada, biri üç hatlı, biri manuel, biri jaklı olmak üzere üç ayrı telefon, bir de cep telefonu var. Bunun yanında internet ayağına, 14 yılın ardından eve bile telefon bağlattım. Tuvalete iki telefonla gidiyorum ve bazen ayıptır söylemesi, telefonların ikisinin de çalması hálinde teşaşür esnasında ikisiyle birden konuşuyorum!
Bununla birlikte, o akşam, ev telefonunu internete bağlı bırakmışım. Uyanmak için beş ayrı alarmına ve annemin telefon tacizine muhtaç olduğum cep telefonunun da şarjı bitmiş; fişe takmayı unutmuşum. Ertesi gün tabii ki uyanamadım, akabinde de hasta düştüm resmen. Bizden geçmiş demeye dilim varmıyor. Bencil bünye, mesuliyeti yine biraz dolunaya çokça da Axl’ın üzerine yüklemeyi tercih ediyor. Sittin senedir yıldızımız bir türlü barışamadı gitti; artık pes ediyorum. Adam söz konusu oldu mu basiretim dokuz ayrı düğümle bağlanıyor.