Pazar akşamı, o geçmeler bilmeyen 16 dakikalık zaman diliminde, bir sahneden bir sahneye kuzguni siyah saçları pamuk beyazına kesen Yeşilçam artizleri gibi hissediyordum.
Televizyon ekranına bakmadan, evin içinde sigarayı vantuzlayıp volta atıyordum.
Şimdi, iki satır vakur durayım, sevincimi aristokrat çalımlı bir istihza kılıfı içinde yaşayayım triplerine girmeyeceğim. Zaten beceremem... Ağzımı toplamaktan acizim...
Evet efendim, afyonlandık, efsunlandık... Yapacak bir şey yok; durum budur.
Ki her ne kadar ağzımı kulaklarımdan ayırmakta zorlansam da bir yanım, bu sevinçli, havalı hálimden utanç duyuyor. Nedamet getirme gereği duyuyor.
Zira, bendeniz de birçok GS’li gibi, bu seneden yana umudumu, inancımı yitirmiştim.
Fenerli arkadaşlar, "Sevincini anlıyorum" şeklinde tepki veriyor; "Beklemiyordunuz değil mi?" Valla beklemiyorduk açıkçası; yalan mı söyleyelim...
Hatta yine FB’li arkadaşların pek çoğu, maçta sanki kendileri değil de ilahi güçlerden oluşan bir takım oynamış gibi, Allah’a şükreden, Allah’ın yardımına değinen futbolcuların ve biz taraftarın háliyle dalga geçiyor.
Haklılar. Bir mucizeye tanıklık etmiş gibi hissediyoruz. İman tazeledik, iman cilaladık; ne diyelim...
En son FB-GS derbisinde girdiğim iddialarda, yaşadığımız 4-0’lık hezimet üzerine birkaç şişe Jack Daniels, birkaç yemek, birkaç bir şey daha kaybetmiştim.
Bu sefer, o topa girmeye bile çekindim. Yemek ısmarlamak, onu bunu almak dert değil de, iddiayı kaybetmenin acısı fena oturuyor. Fenerli arkadaşlar, sinir sisteminizle oynarken hiç acımıyor.
Aaaah, bilseydim!..
Fakat yine de iman tazelemekten bahsederken, geçtiğimiz pazar günü yaşadığımız mutluluk, takıma, futbolun mucizelerine, güzelliğine duyduğum güveni tazelemiş olabilir ama yönetimden yana, benim gözümde pek bir şeyi temize çekmiş değil.
Maçın ardından -analarının ak sütü gibi heláldir- coşmuş ekip soyunma odasında Başkan Canaydın’a tezahürat ediyor. Şampiyonluğu, "En büyük başkan bizim başkan!" diye haykırarak ona hediye ediyor.
Ben televizyonun başında; "Hayır, hayır, sizin o sizin!!!" diye bağırıyorum. "Taraftara da hediye etmeyin; sizin o sizin!"
Canaydın, botoks iğnesi yemekten suratı sabite bağlamış insanlar gibi, android gibi mimiksiz yüzüyle, "Hakikaten zor bir sezon oldu" diye lafa giriyor. "Zaman zaman çok üzüldük. Siz de üzüldünüz. Allah büyük, bugün hepimizi güldürdü. Bu olayın bereketi sizin çalışmalarınızın eseridir. Benim ve yönetimin iyiniyetidir. Bizi çok yıprattılar. Canı gönülden bağırmadılar. Olsun, sevenimiz de olacak, sevmeyenimiz de olacak. Sizler beni sevilen adam pozisyonuna getirdiniz. Onun için çok teşekkür ediyorum. Allah ne muradınız varsa versin."
Hakikaten versin... Ne muratları varsa...
Fakat ondan önce, yönetim, adamların hakkını versin. Antrenmanda yönetime verip veriştirdikleri, "Para para para ille de para para!" nakaratı eşliğinde düz koşu yaptıkları günleri unutmadık.
Şampiyonluk, insanı saadetten ağlatabiliyor. Fakat buna rağmen, Canaydın’ı sevilen adam pozisyonuna getirmeye yetmiyor.
Ben sevmiyorum en azından.
Gönül, önümüzdeki sene de nasipse elde edilecek başarıların iman gücüyle kazanıldığını görmek istemiyor. Aç futbolcu oynuyor olabilir; bu yönetime yatma lüksü tanımıyor. Canaydın, problemler tamamıyla ortadan kalkana kadar, gözüme sevimli filan görünmüyor. Afyonu yediysek, efsunlandıysak; o kadar da değil.