Yemin ederim baygınlık geçireceğim. Şu aralar, iki mahlûkata karşı tavuk karasından mustarip ve İnönü modeli sağır olmak, onlara dair herhangi bir şey görmemek, bilmemek, duymamak istiyorum: Tavuk ve Mehmet Ali Ağca...
Hazır binmişim hesabına, gündemden inmeler bilmeyen konu ekürisine gel!
Yakalanırsa fena öpüleceği içine doğan tavukların yakılmaktan, itlaftan yırtanları firarda. (Aslında firar ettikleri, edebildikleri filan yok tabii de bu kuş gribi mevzuu ilk peydahlandığında, mesleki deformasyondan mustarip, duyargaları nasır tutmuş arkadaşlarla, Tavuk Firarda başlığını atmamak için kendimizi zor tuttuk. Ama benim içimde ukde kaldı, yeri gelmişken -gelmemişken- kullanmadan edemedim. Affedin.)
Hayatımızda, tavuk denen uçamaz kanatlının nasıl çirkin bir yaratık olduğunun bu denli gözümüze sokulduğu başka bir dönem olduysa ben hatırlamıyorum.
Memleketin tavuklarıyla insanları arasında, hunhar bir içsavaş yaşanıyor. Mudurnu’nun simgesi olan tavuk HEYKELİ bile, ilçede virüsün izine rastlanmamasına rağmen kuş gribine önlem amacıyla başlatılan temizlik çalışmaları kapsamında dezenfekte ediliyor.
Hoş, mevzuun vebalini sırf "çirkin bir mahlûkat" diye tavuklara yüklemek de haksızlığa girer tabii... Zaten garibanlara etmedik zulüm bırakmadılar. Canlı canlı yakmalar, canlı canlı toprağa gömmeler, naylonlarla boğmalar...
Oysa uçabilen kanatlıların arz ettiği tehlike daha büyük. İsterse, kainat güzeli seçilmiş bilmem ne kuşu, hatta hadi cılkını çıkartalım, zümrüd-ü anka kuşu olsun....
METAFOR TUFANI
Uçan ve göçen kuşları, paçan sıkıyorsa, bir kümese tık! Çorum Belediyesi’nin 700 metrelik bir alana ses dalgası yayarak kuşların uzaklaşmasını sağlayan cihazlar satın alması, bir işe yaramadı meselá: Kuşların piyasa meydanı Hürriyet Parkı ile Gazi ve İnönü Caddeleri’ndeki ağaçlara yerleştirilen cihazlar, başta kanatlı elemanları hafif tertip kışkışlamayı becermiş fakat bir süre sonra cihazlara alışan kuşlar, durumu kanıksamış ve "ses dalgası bizden korksun" hesabına, eski tempolarına geri dönmüş.
Bu da bizim, ANAVATAN Başkanı Erkan Mumcu’ya, belki kaçırmıştır diye, küçük tefek bir ihbar kıyağımız olsun. Hani belki bu haberin verdiği ilhamla bir metafor tufanı daha kopartır.
Seviyor çünkü kendileri, böyle çift hörgüçlü, penguen smokinli, tek toynaklı, yanisi "nasıl olursa olsun, yeter ki hayvani olsun" fırsatları değerlendirmeyi...
Kurban Bayramı’ydı, kuş gribiydi, bir süredir gündemin en popüler figürleri hayvanat áleminden çıkıyor ya, Mumcu bu aralar, skalayı epey genişletti. Mevzuu, nesli tükenmiş canlılara kadar çekiştirdi: "Virüs nerede? Tavuklarda mı, yoksa siyasal zihniyetin kendisinde mi? Başbakan, kuş gribinden üç çocuğunu kaybeden Zeki Koçyiğit’i Ankara’da kabul ediyor. Benim bildiğim taziyeye gidilir, kimse taziye için ayağa getirilmez. Hükümet, insanların mağduriyetini sömürüyor. Başbakan bize ’yavru muhalefet’ diyor. Dinozorlar da çok büyüktü ama tarih akıldan ve beyinden yoksun büyüklerin yok olduğunu gösterdi. Arılar bal üretmeye devam ediyor ama dinozorlar artık yok."
Bu beyanat bana, geçenlerde Aylin’le karnımızı tuta tuta gülerek andığımız Ahu Tuğba’yı hatırlattı. 80’lerde çevirdiği gıdıdan öpmeli erotik filmleriyle ve sahne şovlarıyla büyük servet yapan Tuğba, bir röportajda parasını nerelere harcadığını nasıl anlatmıştı hatırlayın: "At aldım, aslan aldım, kaplan aldım, fil aldım... Hepsiyle de sahneye çıktım."
Mumcu da, ilerki yıllarda ne üzerinden siyaset yürüttüğünü sorduklarında sayacak herhalde böyle: "Tavuk, kuş, dinozor, ayı; pardon, arı... Bir ara kuş gribi çok modaydı. Allah ne verdiyse, her cümlemin içinde bir hayvan kullandım."
BURALARDA KİMSE FİŞLENMEZ
Tavukların firarı bir yana, gelelim Şensal Atasagun’dan Papa 16. Benediktus’a herkeslerin mektup arkadaşı, en "sincerely"sinden "penpal"i Mesih Ağca’ya...
AKP Grup Başkan Vekili Salih Kapusuz’un andığı şekliyle "Sayın Ağca", bu yazının yazılmaya başladığı gün boyu, yani cuma, firari mi değil mi, edecek mi etmeyecek mi henüz belli değildi.
Fakat eğer edecek olsaydı, polis, mesuliyet kabul etmeyecekti, bakın onu biliyoruz. Emniyet Genel Müdürlüğü Sözcüsü İsmail Çalışkan, herhangi bir mahkeme kararı ve savcı talimatı olmadan, polisin hiçkimseyi takip edemeyeceğini söylemişti, malûmunuz...
Herhangi bir yargı kararı olmadığı için takip edilmesi söz konusu olamazmış. (Sarı Çizmeli Mehmet Ağa’nın telefonunun dinlendiği, haberi bile olmadan fişlendiği topraklar, Mars’ta bir yerlerde yer alıyor malûm...) İstihbarat örgütlerinin çalışmaları açıklanamazmış. Hukukun gereği yapılacakmış.
Söz hukuktan açılmışken, Adalet Bakanı Cemil Çiçek de Ağca’nın tahliyesi ve sonraki sürece ilişkin haberlerden dolayı, basını fırçalamayı yeğledi bildiğiniz gibi: "Biz yetkilerimizi yasalar çerçevesinde kullandık. İnfaz rejimiyle ilgili işlemler yargıyla ilgilidir. Yargıtay’ın kararına bakıp, kararı veren savcılar ve hakimlerle ilgili karar verilecek. Ama her farklı karar, soruşturma konusu yapılamaz. Kasıt var mı, ona bakmak gerekir. Kasıt yoksa her farklı kararda soruşturma başlatırsak, memlekette hakim ve savcı kalmaz."
ŞİMDİ SIRA, HATALI İNFAZCILARDA
Bu beyanattan bir gün sonra, yani yine bu satırların kaleme alındığı dakikalarda Yargıtay, Ağca ile ilgili kararının yanlış olduğu açıkladı. Sizin okuduğunuz pazar gününe kadar gelişmeler ne şekilde seyreder bilemiyorum ama hemen herkes gibi benim tahminim de Ağca’nın en "ara ki bulasın" şekilde sırra kadem basacağı yönündeydi.
Bakınız şu işe ki yazının, gelişmeler doğrultusunda yazıla bozula yazboz tahtasına döndüğü günün akşamında, Ağca’nın Kartal’da yakalandığı açıklandı.
Herkesin topu birbirine ata ata, bilmem kaç kale maç çevirdiği bu hazin parodide şimdi top, bu hatalı infaz sürecini araştıracak mercilerde...
Zira Ağca yakalanmış olabilir ama yine de ortada "Bakınız hatadan ne şık bir manevrayla döndük" lafazanlığıyla tashihi mümkün olmayan, olamaz, vahim bir hata vardır. İnşallah denildiği gibi, araştırılacaktır.
Yani yine nihai olarak top, Çiçek’te... Yapılan yanlışta kasıt aranır; bulunur mu bulunamaz mı henüz bilemiyoruz. Ama çok şükür ucuz atlatılmış, Ağca’nın bulunamaması ihtimali gibi, hatada kasıt bulunamaması, bulunsa da o savcı ve hakimlerle ilgili bir yanlış hesaplama yapılması, kuvvetle muhtemel.
Çiçek yine, kuvvetle muhtemel ki, elbette kabahat bulacaktır; onu da yine bula bula basın ve medya organlarında bulacaktır.
Ya da işte, enflasyon, trafik, Van Canavarı gibi adresi bellisiz, canavar bir kara deliğe dönüşmüş olan "sistem"de...
Sistem böyle; işleyiş budur; yapacak bişicikler yoktur, di mi? Herkesin bir mazereti vardır, kimsenin kabahati ve mesuliyeti yoktur, di mi? Ah o sistem, hep o kaka sistem... Ne sistemmiş be... Tavuk ve Ağca’yı bilemeyeceğim de benim akıl ve ruh sağlığım durup durup firar ediyor. Hay canına yandığımın memleketinin, firar edip bir daha dönmeyesi sistemi...