Ayıptır söylemesi, geçtiğimiz hafta Çeşme’ye uzandım. Rüya gibiydi. Rüya gibi derken, Çeşme’den bahsetmiyorum.
Yani, Çeşme elbette muhteşem de; bizim orası Türkbükü’ne döndüğünden beri şahsen yazın bu dönemlerinde gitmeyi tercih etmiyorum. Bu sefer de Eylül’de kaçarım diye düşünürken, işten kaynaklanan sebeplerden dolayı, "bu aralar gittim gittim, yoksa gidemeyeceğim" durumu çıktı ortaya.
Marazdan hayır doğar mı? Doğarmış...
Esasında geçtiğimiz ay iznini kullanması gerekip de paçasını sıyırıp işten kurtulamayan ve Ağustos’u bulan, benim gibi, Eylül’ü hesap ederken programını öne çekmek zorunda kalan filan... Derken... Bizim lisedeki yumruk beşli, seneler sonra, aynı tarihte, Çeşme’de bir arada bulduk kendimizi. Bunun yanında yine lise tayfasından özlenen dostlarla da buluştuk. Plansız programsız bir "reunion" gibiydi.
Hepi topu bir gece çıkıp Babylon’daki Mattafix’e gittik. Haricinde hep ev-mangal muhabbetinde ve beach club filan olmayan, -neresi olduğu bize kalsın- her zamanki denize girdiğimiz yerdeydik. Sabahtan orada menemenin başına çöküp, çay-kahve, midye-mısır derken, akşamüstü biraya kırıp, akşam balıkla devam etmecesine...
BU ALBÜMDE NORMALE DÖNMÜŞ
Anlayacağınız, "küçük Demet Akalın’lar"la fazla teşriki mesaimiz olmadı.
Demet Akalın’ın 15 Temmuz tarihli Hürriyet Pazar’da Sibel’e (Arna) verdiği röportajda uyarılmıştık zira; pek ortalığa çıkmamakta fayda olduğuna dair.
Ne diyordu Sibel’e Akalın?: "Geçen haftasonu Çeşme’de konser verdim. Her tarafta küçük Demet Akalın’lar vardı. Saçımın dibindeki siyahlıktan tut, mayolarıma kadar aynıydı." Bu arada, Sibel’in "Neden dipler siyah, neden ısrarla uçlara doğru sararıyor?" sorusunu da; "Bir önceki albümde bir değişiklik, bir imaj yapmak istedim. ’Oha ya, kadın ne yapmış’ dedirtmek için siyahtan sarıya döndüm. Ve dedirttim. Gayet güzel oldu. Bu albümde normale dönmek istedim. Hayranlarım çok karşı çıktı. Artık hiçbir kararımı kendim veremediğim için saçımı değiştiremedim. Bari saçım çok zarar görmesin, dipleri doğal renginde kalsın dedim, o da bir moda akımı oldu. İnternet sitemi günde 20 bin kere tıklıyorlar. Hepsi Demet Akalın gibi olmak istiyor. Yırtmak için çabalıyor. DAF’lar (Demet Akalın Fan) anormal sahipleniyor beni" diye yanıtlıyordu; onu da not düşelim.
Gittiklerinde, koyu kestane, gece mavisi siyahı filan gibi tarifler sıralanır ya hani, DAF’lar da "yırtık sarısı"na boyamasını söylüyorlar herhálde kuaförlerine...
Annem pek hayıflanmıştı, bu "moda akımı" ilk peydahlandığında. "Ah ah, bizim zamanımızda bu ’boyası gelmiş kadın modası’ niye yoktu?" hesabına... Seneler senesi dipler bir milim uzamayagörsün, babam tarafından anında uyarılıp kuaföre yollandığını düşününce, hak da vermek lázım...
BUNDAN İYİSİ CAN SAĞLIĞI
Demet Akalın, enteresan bir kadın. İki lafın birini ne kadar dobra bir insan olduğuna getiriyor. Ki yine düşününce, insan ona da hak vermeden edemiyor. Nasıl ki boyası gelmiş kadın tipinden bir moda akımı yaratmayı becerdiyse, kimilerince patavatsızlık olarak addedilebilecek laf ve gaflarını da sevimli bir dobralık olarak lanse ediyor, edebiliyor.
Allah artırsın; bildiğiniz üzre, bu aralar keyfi pek yerinde Akalın’ın. Uğradığı ihanet üzerine "yıkılmadım ayaktayım" şarkıları söyleyerek kendine şarkıcılık kariyeri yaptı. "Kusursuz 19" şeklinde, gayet mütevazı bir ismi láyık gördüğü 19 şarkılık albümünün satışları tıkırında. Konserler deseniz, ilgi görüyor. Eh, taze gelin de aynı zamanda... Hedefi yırtmak olan biri, başka ne ister?
Gelin görün ki, kimi becerebiliyor, kimi beceremiyor şu yırtma hadisesini.
Meselá özellikle Çeşme’deyken, biz de ondan yırtmak için didindik durduk; beceremedik... Yani "küçük Demet Akalın’lar" görmemeyi becermiş olabiliriz ama herhangi bir sahilde, bizimki de dahil olmak üzere, Demet Akalın’dan kaçmamın mümkünü yok.
Tam, dalga foşurtuları haricinde káinatın bütün seslerini "mute"a aldığınızı zannettiğiniz noktada, bir anda kabinlerden Akalın’ın kimi harflerde telaffuzu hafif peltek terennümü yükseliyor: Kalbini mi kırdım, af edersin..."
Bir noktadan sonra; "Manita affeder mi bilemeyeceğim ama ben karanlık bir köşede kıstırırsam affetmeyeceğim; kalbi bir yana kafasını kıracağım" diye söylenenlerimiz oldu. (Vallahi ben söylemedim. Ben terbiyeli bir insanım. Ayrıca pasifistim. (!))
Çeşme’den döndüğümden beri, kendimi işitsel detoksa aldım. Serdar Ortaç’ın Dansöz’üne ve Demet Akalın’ın Afedersin’ine (Şarkının adı bu; yapacak bir şey yok. Af Edersin değil, Affedersin de değil; Afedersin... Siz de tashihten dolayı beni affedin yani...) yakalanmamak adına her şeyi yapıyorum. Yok ama yani, döneli dört gün oldu, hálá beynimde aynı nakarat. Delireceğim, o olacak...
MAYOYLA FOTOĞRAFÇIYA YAKALANMAMA BECERİSİ
Geçenlerde haberler, Demet Akalın’ın plajda kameraları fark edince üzerine bir şeyler geçirdiğini, evlendikten sonra artık mayoyla-bikiniyle-mayokiniyle "yakalanmadığını", bundan böyle hanımefendi sanatçı olduğunu duyuruyordu. Ki şahsen, bu "mantık" karşısında her zamanki gibi, yine yeni yeniden dumurlara gark olduğumu belirtmeden edemeyeceğim.
Petek Dinçöz’le geçtiğimiz yıllardan kalma bir davamız var meselá; hálá süren... Bendeniz, kendilerinin plajda yarı çıplak dans ettiği sulak kliplerinden pek hazzetmediğimi yazmıştım. Dava açmadan önce beni şikáyet etmek için gazetedeki muhtelif amirleri arayan Sevgili Bey’leri, uzun uzun piyasada Petek Dinçöz kadar ev kızı bir sanatçı daha olmadığını, hiçbir paparazzinin onu gerçek hayatta, plajda bikiniyle "yakalayamadığını" anlatmıştı da kulağıma gelmişti.
Mayo defilesine çıkıp da iç çamaşırı defilesine çıkmayan mankenlerin güttüğü mantıkla birlikte, çözemediğim meselelerden biridir bu da.
Mayo, neticede, plajda, iskelede, velhasıl, denizde giyilen bir giyim ünitesi değil midir abicim? Kliplerinde üzerine bikiniden başka bir şey giymeyen bu hanımefendiler, denize girerken örtününce, bu neyin göstergesi oluyor, kimin boyu niçin uzuyor, yalvarsam yakarsam biri bana açıklayabilir mi?
Nitekim, Demet Akalın da söz ve müziği Ersay Üner’e ait olan Afedersin’in Lara Sayılgan yönetmenliğinde, Rixos Premium Belek’te çekilen klibinde, alıştığımız üzre şarkısını üzerinde bikinisiyle, havuzda ve suni şelale altında söylüyor.
Görüntü yönetmenliğini Kurtlar Vadisi, Asmalı Konak, Mustafa Hakkında Herşey, Bir İstanbul Masalı gibi projelerde imzası olan Selahattin Sancaklı üstlenmiş, ışık şefi de Babam ve Oğlum ve yine Kurtlar Vadisi’nde görev almış olan Hakkı Yazıcı imiş...
Işık deyip geçmeyin. Klipte ışık mühim mesele; bu klipte özellikle mühim mesele... Sudan yansıyan, ışıl ışıl ışıyan güneş, ayrıca Demet Akalın’ın saç uçları filan derken, sarı-beyaz bir aydınlıktan kamaştığı için göz gözü görmeyebilirdi de...
Allah Demet Akalın’ı DAF’larına, DAF’ları da Demet Akalın’a bağışlasın; Demet Akalın, özellikle erkekler için hiç de fena bir seyirlik olmayan mayolu kliplerini çekmeye devam etsin. Ben, özellikle üzerimde mayo varken ve dalga sesi ve dost muhabbeti dinlemeyi yeğlerken şarkılarını bangır bas duymayayım yeter.