Çarşamba akşamı, maçın uzatma dakikalarının sonunda Bülent Demirlek’in düdüğüyle aynı anda telefonum da çaldı.
Kimin aradığını gayet iyi biliyordum; babamdı...
"Tebrik ederim kızım" dedi.
"Allah razı olsun, sensin tebrik!" dedim.
Sizden sportmen ruhlu olmasın, öyle böyle centilmen değildir! Hani FB’nin Türkiye Kupası’nda tur atlamasına vesile olan hiçbir GS yenilgisinde bendenizi kutlamaktan imtina etmez!
Tahmin etmişsinizdir; ben ne kadar hasta GS’lıysam, o, benim gibi üç tanesini yan cebinden çıkartacak kadar hasta FB’lidir.
Gelin görün ki, ben ne halt olduğumu gayet açık bir şekilde ortaya koyarım; o ise, fair play taraftarı ayaklarına yatar ve Fener’in her türlü kusurunu, mantıklı mantıksız, genellikle mantıksız, ama illa ki teorik açıdan uzun uzun kanıtlamaya giriştiği bir mazerete bağlar.
Nedir? Aman aman, vallahi de billahi de, kendi tuttuğu takıma karşı oynuyor olsa bile, futbolun hakkını kim veriyorsa, onun kazanmasını yeğlemektedir. GS’ın aldığı UEFA ve Süper Kupa ile bir Türk olarak iftihar etmektedir. Çıta yükselmiştir, Allah elbet o kupaları bir gün Fener’e de nasip edecektir...
Bu arada, Fener, Galatasaray’ı ezelden ebede, çatır çatır yenecektir. Kupalar hayırlı uğurlu olsundur. Bugüne bakalımdır. Ligi kim önde götürmektedir? Ehe’dir, ehehehe’dir...
Üç haftadır annemle birlikte bende kalıyorlardı, geçtiğimiz gün İzmir’e döndüler. Kupa derbisinin onunla aramızda İzmir-İstanbul mesafesi olduğu bir tarihte vuku bulması ziyadesiyle hayırlı oldu anlayacağınız.
Zira onun bu centilmenlik söyleminin ne mene bir şey olduğunu gayet iyi bilirim. Önünde sonunda kanlı bir kavgayla neticelenir.
Geçen yıl bana geldiklerinde, hiç değilse evde yalınayak dolaşma lüksünü yaşamayı yeğlediğim için, benim evde yine terlik yoktu.
Sağolsun, gitti, terlik aldı geldi.
Centilmen ve demokrat ruhlu ya... Takımların kardeşliğinden filan yana ya...
Eksik olmasın, bana Galatasaray, kendisine Fenerbahçe terliği almış.
Benimki gayet düz, sarı kırmızı, üzerinde GS amblemi olan bir çift...
Onunkinin sarı-lacivert çiftinin bir tekinin üzerinde 6 (yazıyla altı), diğer tekinin üzerinde 0 (yazıyla sıfır) yazıyor!
Bu gelişlerinde de yeni aldığı sarı-lacivert montunu çekmiş olduğu halde girdi kapıdan içeri. "Stiline böylesine düşkün bir adam olarak sarı-lacivert bir mont edinmeyi bile göze alıyorsun ya, aidiyet hissiyatına saygı duymaktan başka şansım kalmıyor. Yoksa, bırak taraftarlığı maraftarlığı, şıklığın selameti açısından montunu kapıda çıkart, öyle gir derdim" dedim.
O da her seferinde olduğu gibi, benim gibi sağduyu sahibi bir insana, iş GS’a gelince fanatizmi ahmaklık derecesine tırmandırmayı hiiiç yakıştıramadığına dair tirad attı.
Dün de yine aynı şey...
Lafa tebrikten girdi, kucağınıza verdik mi çocuğu makamından çıktı.
"Sen böyle bir galibiyeti zaferden sayıyorsan, söyleyecek hiçbir şeyim yok" dedim.
"Esas benim sana söyleyecek bir şeyim yok. Allah bilir Sami Yen’de olsaydın, sen de sahaya pet su sallayanlar arasında olurdun" dedi: "O suları sahaya atacağınıza pazarda satın da iki kuruş para geçsin elinize."
Ben "Yuh artık!" dedim, "hakaretamiz konuşuyorsun" dedim "Parayla sportmen olunuyorsa, Unakıtan’ı başkan adayı olarak aday gösterin bari bir dahaki sefere."
Ensemden beynime doğru kan yürüdüğünü hissettim. Sanırım o telefonun diğer ucunda gayet keyifliydi.
Telefonu kapattık ama ligi henüz kapatmadık. Şampiyonluk bizimdir diyorum, başka bir şey demiyorum.
Hararetle, yarın gerçekleşecek kongreyi ve Canaydın’ın gidişini, yeni bir sayfa açılışını görmeyi bekliyorum.