Çekti / çizmelerini kırbacını vurdu indi deniz kıyısına / çarşıları dolaştı / zırhlarını şakırdattı / astı / suratını. / İlkyaz kılığında girdi çıktı sokaklara. / Doruklarda göründü bıyıklı sakallı. / Baktı Azmakbaşında kahvelerde oturuyordu adamlar. / Kulaklarını düşürdü. / Yalınayak dolaştı bir zaman. Korkuttu burnu akan bir çocuğu. / Terledi. Gocuğunu attı. İplik çoraplar giydi. / Geldi sonra adamların yanına oturdu. Yıktı kaşını yüzüne. / Hepimiz gibi oldu.' (İlhan Berk; ŞUBAT, Üç Mevsim)
Aaah, ne severim bu şiiri...
Hani bazı şiirler, şarkılar, kitaplar vardır. Egoist anlamlar çıkarır, başkalarından kıskanır, sırf kendinize mal eder, haddini aşan bir cüretle sahiplenirsiniz... (Ya da belki siz etmezsiniz; ben şizofrenimdir; bilemem...) Bana öyle gelir ki, İlhan Berk, Şubat'ı benim ve sevdiğim birkaç kişi için yazmıştır. O şiir benimdir; İlhan Berk'in bile değildir...
Baştan uyarmak isterim: Bu o 'kişisel kılından tüyünden bahseden muharrir' yazılarından biri olacak. O da lázım bünyeye; yani senede bir gün kendine şımarma lüksü tanımak...
Efendim, ayıptır söylemesi, İstanbul'da beklenen kar fırtınası patlamakta, yani 12 Şubat 13'üne bağlanmaktayken, 'bu satırların yazarı' (!) da 32 yaşını doldurup, 33'ünden gün almaya başlamaktaydı. Hayatımın muhtelif doğumgünlerinde olduğu üzre yine Cuma'ydı, yani o meş'um korku filmi dizisinin adı gibi, '13. Cuma'ydı...
O GÜN DE 13. CUMA’YDI
Sabah, çocukluğun ağır tarihçesinden bir dostun telefonuyla uyandım. Canım cankuşum, tabiatımı kendi ruhu gibi bildiği, bir göz atışıyla ciğerimin röntgenini çekebildiği için hafif telaşlıydı: 'Doğumgünü sendromundan ne haber?' diye sordu; 'Kasvet tavana vurdu mu?'
Şöyle bir bünyeyi yokladım: 'A-a, yok be' dedim; 'Gariptir ama galiba gayet iyiyim.' Bir an durdum düşündüm. Neden sonra mevzuya uyandım: 'Kardeşim ben galiba şu yetişkinlik mevzuuyla meselemi hállettim.'
Háliyle afalladı: 'Ben seni sonra yine arayayım; sen galiba uykunda konuşuyorsun? Nasıl yani? Sen şimdi oldum mu diyorsun?'
'Bilákis' dedim, 'Ömrü billah olamayacağım, ona aydım. Ne bileyim, çişli bir tabir ama galiba sonunda durumla barıştım. Bizim öyle ana-babalarımız gibi derli toplu, çocuklu mocuklu, incikli boncuklu, yerleşik düzenli, nizami tertipli bir hayatımız olamayacak kardeşim. Biz başka bir türmüşüz; beceriksizliği sanat dalına dönüştürmüşüz. Bari bu konuyla hálleşelim, bokumuzla kavga etmekten vazgeçelim, iki satır iç huzuru, gün yüzü görelim... Ne yapalım, bize de hayat piyesinde afacan rollerine yazılmak düşmüş. Tipimiz böyle; Halit Akçatepe modeliyiz diyelim...'
Gülüştük, akşam görüşebilmek dileğiyle helálleştik, hattın iki ucundan pek mucccuklu bir şekilde öpüştük...
Sonra dedim ki kendime bir doğumgünü hediyesi vereyim; şiirler içinden bir şiir daha seçeyim. Bilinsin isterim ki bundan böyle İsmet Özel'in 'Bir Yusuf Masalı' da benim:
Bu yaşa erdirdin beni, gençtim almadın canımı / ölmedim genç olarak, ölmedim beni leylák / büklümlerinin içten ve dışarıdan / sarmaladığı günlerde / bir zamandı / heves ettim gölgemi enginde yatan / o berrak sayfada gezindirsem diye / ölmedim, bir gençlik ölümü saklı kaldı bende.
Bi susun be!
Siz siz olun, Popstar'dı, Biz Evleniyoruz'du, Kıbrıs görüşmeleriydi, Belediye'nin bir sonraki kar fırtınasında uygulaması gereken Ğ Planı'ydı, o günün gündeminde ne varsa artık, konuyla ilgili düşüncelerinizi bir yere not edin. Zira mukadderat işte; insanın Hak'kın rahmetine ne zaman kavuşacağı belli olmuyor. Sonra maazallah, sizin de cenaze töreninize katılan insanlar, ne düşündüğünüzü çok iyi bildiğini iddia edip, 'rahmetli şunu bunu hiç tasvip etmezdi' edebiyatına yazılabilirler.
Sizin de içinizi acıtmadı mı? Cem Karaca'nın cenazesine katılan bilumum şöhretten Popstar ile ilgili görüş alınması, hayatının son dönemlerinde 'barlara düşmüş' olmasından dolayı riyakárca hayıflanılması?.. Cahit Berkay, Karaca'nın bu gidişata çok üzüldüğünü söylüyor; Haluk Levent 'Cem Abi'nin böyle şeylere karşı olacağını zannetmiyorum. Hayatının son dönemlerinde barlarda çalması bir menajerlik sorunudur' diyor.
O onu diyor, bu bunu diyor; millete bir belágat gelmiş, öt-şakı bitmiyor... Allah biliyor ya, günün en anlamlı kelámını, bir kadının vırvırını azarlayan Erkin Koray etti: 'Bi sus be!'
Haftalık dergisinin standart bölümlerinden birinde ünlü kişilere 'hayattan ne öğrendiği' soruluyor. Bu hafta Cem Karaca'nın yanıtları yayınlanmış. Karaca diyor ki: ‘Tencerem kaynarken 'hay hay' diyenlerin etrafımda bolca olduğunu, hele bir de olaylar 'terso'ya vurunca, çevremde kalanların sayısının beşi geçmediğini öğrendim. Ve edindiğim en önemli bilgi, işte o beş kişinin değerini bilmek.’ Absürd bir aritmetik: Cem Karaca'nın cenazesinde, kendisinde onun ağzından konuşma hakkını gören ne çok ‘beş kişi’ vardı.
Değildir biraderim, bencil adam yakışıklı filan değildir
'Bencil, narsisist ve baştan çıkarıcı...' Buyrun, burdan yakın. Bu slogan, Versace'nin yeni parfümünün reklam kampanyasından. Bir slogan bu; iyi bir şey tarif ediyorlar yani. Versace'den al haberi: Bencillik artık kişiliğinizin 'şık' bir uzantısı. Ne kadar narsisistsiniz, o kadar afilisiniz... Bu garabet, ilanı çeviren arkadaşın mı, yeni tüketim politikalarının mı, hayatın acayip gidişatının mı marifetidir bilemem ama sordum soruşturdum; üstelik kendimden de gayet iyi biliyorum.
Erkek bencilliğinden ikrah getirmiş bütün kadın arkadaşlarım adına söylüyorum: Değildir biraderim; narsisist erkek, bencil adam 'yakışıklı' filan değildir. Aynalara bakmaktan, kimsenin gözünün içine bakmaya dermanı kalmamış adamı, Allah zavallı sahibine bağışlasın.