Bir tutam aşk

Cuma sabahı telefonum tatlı tatlı çaldı. Çok görmeyin garibe... Hep acı acı çalacak değil ya...

Arayan, sohbeti, bal-şeker-glükoz ve adam öküz familyasından geldiği için gani gani de proteyin içeren bir yáren olunca, afyon patlatmaya çalıştığın sabah saatlerinde de olsa, kimi zaman tatlı tatlı çalabiliyor meret.

Cihazın ekranında ismini görmesem kim olduğunu anlamakta güçlük çekebilirdim; zira bizimki selám/sabah faslına girmekten aciz; gülmüyor, resmen böğürüyor...

"N’oluyor kardeşim?" dedim; "nefes al, boğulacaksın."

İhbarda bulunacakmış, ki bunu tane tane kelimelerle anlatabilmesi de bir miktar vakit aldı.

"Ne ihbarı o’lum?" dedim; "RTÜK müyüz, Pazar Keyfi ihbar masası mıyız, zabıta mıyız, MİT miyiz, Attila İlhan şiiri miyiz? Ne ne ne?.."

"Tamam, peki, o zaman bir bilmecem var çocu’m?" dedi.

"Buyur?" dedim; "Madem öyle o zaman ben de ağız değiştiririm: O zaman nedir nedir nedir?.."

Bir tereddüt anı yaşadı ve neden sonra; "Esasında bilmeceden de öte, bilmeceyle birlikte bir nev’i öneri sayılır" dedi: "Soruyorum: Kuple kuple (!) ’aşk tarifi’ veren sanatçılar kimdir? Şimdi de öneri kısmısına geliyorum: Bu kimseler, Sanatçılar Derneği filan varsa ve ona üyeyseler, oradan istifa etsinler; ’ESNAF ve Sanatkárlar Derneği’ne transfer olsunlar. Memleketin böyle hizmetlere ihtiyacı var asıl. O dernek şöyle tatlı su aşıklarının ağzına láyık aşk tarifi kitapçıkları yayınlasın: İki tutam kafiye, üç dirhem kavga üstü sevişme, bir mıncık liselim tonunda edebi literatür klişesi içeren sevgi sözcüğü, iki pınçık gülücüklü ümit filizi... Tarif kitapçıklarından elde edilen gelir de potansiyel abaza ve malbezelerin hayrına kullanılsın. Ben takip ediyorum; çoksatanlardan belli; vallahi de billahi de alıcısı bol. Bak bir milletin hayatı kurtulabilir. Hep söylüyorum inanmıyorsun; iki gözüm, gözlüklerin mercekleriyle birlikte nah-a şurda aksın ki dünyayı aşk sektörü kurtaracak; yeter ki anonim şirkete dönüştür. Bilişim milişim halt etmiş, önemli olan paylaşım ve etkileşim..."

ALİYE’NİN NAMUS GÜĞÜMLERİ

Zaten bir gece önce, bir başka yáren, uzun uzun Aliye’nin namus güğümlerinin bu denli mesele edilmesinin ardında bir komplo teorisi aradığına, hatta hadiseyi kabak gibi önünde bulduğu için arama gereği duymadığına dair beynimin kıvrımlarını gıdı gıdı gıdıklamış:

"Kazan kazan, kazan kazan doğurdu" diyor.

Benim aklım Nasrettin Hoca’ya gitti, bir akıl yürüteyim dedim, beceremedim. "Hani ecelde hayır var mıdır tartışılır da hayırdır, kim öldü; biri mi öldü?" diye sordum.

O meğer "Kazan kazan doğurdu" derken, "Kazanç kazanç doğurdu" demeye çalışıyormuş!

Ecnebi lisanla söyleyecek olursak, "win win-square / kazan kazan kare..."

Karı, koca, sevgili şöyle dursun, "reklamın iyisi-kötüsü hadisesi" Berna Laçin suretinde, aldatılan mağdur eşin yakın kız arkadaşı kontenjanından, yan sektör bile doğurmuş!

Yapımcısı, şusu busu derken, düşmüş her türlü dizinin ve onun oyuncusunun, ışıkçısının, şusunun busunun reytingi artabilir, hatta bu sayede sektör bilem kurtulurmuş.

Deliksiz uyku bize haram; onun zaten kaşıntılı bünyeyi hart hart kaşımış olmasından da kaynaklanan bir hál olsa gerek: Magazinel ıvır kıvırdan yana, gündüz mesaisinde çektiğim yetmiyordu; rüyamda İlker İnanoğlu’nun Sezercik hálini Genç Parti’den milletvekilliğine adaylığını koyarken gördüm.

Allah’ım, eskiden kábuslarım daha bir anlamlı, daha bir imgesel, simgesel, bişi-bişiydi yani?!.

Bunu hakkedecek derecede ne günahımı gördün???

PAÇOZLUĞUN DİBİ ŞAŞIRMANIN SONU YOK

Biliyorsunuz, onca emekle kenara yığdığı şuncacık milyoncuk dolarcık mücevheratı, ah ne tesadüf, pardon, tekrar etmekten kendimi alamayacağım ama, ah, ne tesadüf, düğün gecesi evinden çalınan Yeşim Salkım ve onca emekçi aşk hayatını taptaze temize çektiği kocacığı İlker İnanoğlu, ABD’deki balaylarından döndüler.

Takvime göre: Önce aşka düştüler. Hemen akabinde yapım şirketi kurdular. Sonra evlendikleri gece soyuldular ve tabii kahroldular. Sonra ABD’de balayına çıktılar. Sonra basın organlarına eve döneceklerini, şu-şu-şu saatte havaalanında bulunacaklarını duyurdular. Sonra da karşılarında kameraları görünce, yine tekrar etmekten kendimi alamayacağım, affedin, ah ne tesadüf, çoook şaşırdılar.

Şaşkınlık dediğiniz, nasıl da şaşkın bir reflekse dönüşmüş vaziyette değil mi... Her türlü paçozluğu kanıksamış olmaktan dolayı insan şaşıramamaktan korkuyor ya, paçozluğun dibi olmadığı için, şaşırmanın sonu da gelmiyor bir yandan...

Global bir "gelişim": Meselá, Danimarka’nın Kopenhag’ında bulunan, defalarca kafası koparılmış, orası burası kırılmış Küçük Denizkızı heykeline bir kez daha saldırdılar.

Bu seferki daha anlamlı (!) bir eylem: Heykelin başından aşağı yeşil boya döküldü, bileğine bir vibratör bağlandı ve heykelin bulunduğu kayanın üzerine "8 Mart" yazıldı.

Memleket şöyle dursun, dünyada hasta ruh mu ararsınız? Demem o ki zaten gayet matrak eylemler koyan bir örgüt kurdular; hattı müdafaa kesmez, sathı müdafaa lázım: Dünyanın bütün Nuri Alço’ları toplanmalı!!!
Yazarın Tüm Yazıları