Bünyeye mani geldi yine... Senenin bu dönemleri hep aynı şey oluyor. Yılbaşı yaklaştı ya; yok ofis partileri, yok mekán kutlamaları...
Ha, pardon, bir de "küçük tefek" bir basınç mevzuu olarak: AB bize ne demiş, biz AB’ye ne demişiz, bu arada ne olacakmış bu Kıbrıs’ın háli, Büyük Birader ABD bu konuda ne diyor, filan, "hızlı akan tarih"te sakin ve soğukkanlı durma çabaları...
İnsanın beyni karıncalanıyor.
Hayatı boyunca düşünce özgürlüğünü savunmuş biri olarak, insan ne düşüneceğini şaşırmak bir yana, iki dakka oturup hiç düşünmeden öööyle durmak, dinlenmek istiyor.
Ne mümkün?..
Kafatasınızın içinden bir komut: "Düşüneceksin ki ne düşündüğünü anlayalım; işin bu!" buyuruyor.
Tarih hızlı akıyor; koşmak lázım. Pardon, raydan çıkmamak lázım.
Ben bu AB meselesinde "tren" muhabbetini ilk kim çıkardı hakikaten merak ediyorum. (Bildiğiniz üzere AB müzakereleri ile ilgili muhabbet habire "Tren hızlandı, yok, tren yavaşladı, yok, aman da muhafaza, yoksa tosladı mı" şeklinde bir metaforlar silsilesi olarak huzura geliyor.)
Geçen hafta bir "hızlı tren" haberi gördüm. "Yine bir hızlı tren kazası mı oldu?" endişesiyle inmeler iniyordu az daha. "Demir ağlarla ördük anayurdu dört baştan" muhabbetine hürmeten ve bir metropolde yaşamanın hevesiyle "Metro mudur acaba?" diye düşünüyordum.
Yine neden sonra metronun tepesinin, kafasına göre sondaj çalışması yapan bir müteahhit firma tarafından tepesinin delindiğini hatırladım. Yine bir tertip panikledim. (Sormayınız, modern zamanların icadı: Hayatımız panik atak...)
Neden sonra haberi okuyunca her Türk gibi ve kadar bir yandan haklı olarak- paranoyak bir "ilk tepki" verdiğime uyandım. Haber, "Tren konusunda önümüzdeki 12 yılda yaklaşık 20 milyar dolarlık yatırımın yapılacağı Türkiye’de Konya’dan Ankara, İstanbul, Eskişehir, İzmir, İzmit, Uşak ve Afyonkarahisar’a daha hızlı ulaşılabileceğine dair bir şeymiş.
Keşke... Değil mi?.. Vuku bulmuş ve sorumluları elini kolunu sallaya sallaya dolanan kazadaki gibi 37 cana mal olmaz umalım...
Gelin görün ki bir de "AB treni" mevzuumuz var biliyorsunuz.
Ve dünyanın bu coğrafyasında yaşıyorsunuz.
Alemin en heterojen bölgesinde...
Düzenini tamamen adaletsizlik, pardon, "tamamen adaletten ve özgürlükten yana ama ve ah sorry en çok bana adalet ve bana özgürlükten yana; OK mi?" düzeni üzerine kurmuş bir dünya sisteminde...
Her taraftan bir dirsek, bir tekme, bir omuz yiyorsunuz; buna rağmen hem ayakta, üstelik de tek ayak üzerinde durmaya, bununla birlikte iyi oyun çıkarmaya, skor yapmaya zorlanıyorsunuz. Üstelik de hangi potaya atış yapmanız gerektiğini bile tam olarak bilemiyorsunuz.
Yapmaya zorlanmak yanlış bir tabir oldu gerçi. Yapmaya niyetlisiniz; maç bu; bu topraklarda yaşaşan bir demokrasi taraftarısınız ben öyleyim şahsen; ABD’ye, AB’ye, Türkiye’ye, dünyanın tüm gerzek çıkar çatışmalarına rağmen- durmaksızın, faullerle, bir takım ama doğru ama yanlış stratejilerle, her hálükárda sinir harbiyle zorlanıyorsunuz.
Bu ülkede yaşıyorsunuz. Deli diyebilirler. Metal yorgunluğundan mustariptir ya köprüler... Yorgunluk, delilik olarak addedebilir...
NBA oyuncularına da deli derler. Şahsen, ABD’ye, orada vaktiyle köle olarak kullandığı zencilerden, háli hazırda da Avrupa’dan ya da dünyanın dörtbir köşesinden kaç oyuncu yer alıyor; sormak isterim.
Sıkı duralım arkadaşlar; Olimpiyatlar’da bir basketbol maçı çıkarıyorsunuz.
Oyun bu. Tadını çıkartmayı bilmiyorsa, o da ABD’nin sorunu....
Ben umutluyum valla. İsteyen yavşak olarak da addedebilir ki zaten etmekten yana, dilinizi korkak alıştırmıyorsunuz.