Bir illüzyonun cenazesi (2)

Ölüm, nice faninin fetiş konusudur.

Kendine sahte bir ölüm mizanseni hazırlayıp, cenazesini uzaktan izlemeyi, sonra da ömrünün o evresini kapatıp, bambaşka bir yerde, sıfırdan bir hayata başlamayı düşünen, vaktiyle oturup, bunun ciddi ciddi planını programını yapan birilerini bile tanıyorum.

Yeni bir hayata başlamak değildi üstelik buradaki esas hedef, dikkatinizi çekerim! O ana değin yaşanmış hayatın, başkaları tarafından onaylandığını görebilmek adına, çırpına çırpına varılmış nihai noktaydı; fantezinin göbek deliğiydi...

Ata’nın cenazesi helállik için son kez Bayrampaşa’daki evinin önüne getirildiğinde, Semra Hanım bağırıyor: ‘Helál olsun!’

Aylar boyunca Ata’ya şunu da yaparsa hakkını helál etmeyeceğini, bunu da yaparsa hakkını helál etmeyeceğini söyleyip duruşu geliyor insanın gözünün önüne...

Çocuk o anı uzaktan dikizleyebilseydi, hem -anacığının ‘Ben dedim oldu’ söylemi sağolsun- bir kez daha olmadığı bir şey oldurulduğu, alákasının bulunmadığı bir mertebeye kondurulduğu için, hem de Valide Sultan’ından nihayet ağız dolusu bir onay alabildiği için giderayak sevinirdi belki.

Semra Hanım, kimseleri yakıştıramadığı oğluna sonunda hakkını helál ederken, ona şehit mertebesini láyık görüyor: ‘O kadar şehitler verildi. Benim de şehit vermem gerekiyormuş. Ben de şehit verdim.’

‘Medya oğlumu damat etti!’ diye bağırıyor. Bunun üzerine, sürü hálinde girişmek için göz üstünde kaş arayan bir grup serseri mayın, cenazeyi izleyen basın ve medya mensuplarına saldırıyor.

Bir sözümona aşk destanı, bir güya kahramanlık destanıyla söz buluyor. Muş gibi...

Sanki muş gibi yapınca, olurmuş gibi...

Bir cenaze kalabalığı, bir illüzyonu, ebedi istirahatine yolcu ediyor. Hayli patırtılı bir veda... O nasıl 15 dakikalık bir ebediyet izanı ve nasıl bir istirahatsa?

Tabutun fotoğrafını çekerken; ‘Kenara çekil lan, ölüyü alamıyorum’ diye önündekine fırça kaymacasına; birbirinin cebinden cüzdan, cep telefonu aşırmacasına... Neye karşı, neyin karşısı olduğu bilinmeyen ‘karşı’ gruba kafa göz yarmacasına girişmecesine...

O cenazede bir sürü Ata vardı. O çocuklardan herhangi biri Ata olabileceği gibi, Ata da ‘Onu siz öldürdünüz!’ diye medya mensuplarına saldıran o çocuklardan biri olabilirdi.

Ne gerçek şehit, ne gerçek damat, ne gerçek kahraman, ne gerçek kurban...

Dağılmış bir ailenin, annesi tarafından kişiliği un kıvamında öğütülmüş hergele evladı... Ne eğitimden, ne sosyal refahtan, ne de aşktan yana yüzü gülmüş; güleceği de hayli şüpheli...

Bir gün bir yerlerde hayat başlayacak diye bekleye bekleye yaşayıp giderken, kolay yolundan yırtma ihtimallerine her fırsatta taş bağlanmış oltaya gelen sazan gibi atlayan, başkalarının mahvından kendine panayır keyfi çıkaran nice Ata gibileri...

Sayıca çoklar ama ne kadar tırmalarlarsa tırmalasınlar, hayata bir çentik atmak adına yoklar...

Piyango bu kez Ata’ya vurdu. Ki onun annesi, pek çoklarının annesinden daha aklı karışık, daha despot, hayata karşı daha hınç dolu; kendi illüzyonlarında oğlundan ‘espaslı’ bir Ata Türk yarattığını zannedebilecek derecede kaybolmuş bir aklıevveldi.

Toplum suçlu, medya zaten her zamanki gibi ennn kabahatli...

Neyse işte... Hadi bakalım...

Bu sayfayı da böylece kapayıp, bir başka kanala zaplayabiliriz şimdi...
Yazarın Tüm Yazıları