Nurgül Yeşilçay, eşi Cem Özer’in doğum gününde, Altın Portakal’ı alamamasıyla ilgili tartışmalara son noktayı koymuş: ‘Yerim portakalı. Benim için önemli olan halkın verdiği ödüller.’
Bundan önce verdiği röportajda da; ‘Ben esasında ödül mödül iplemiyorum, benim için Sezen Aksu’dan aldığım iltifat en büyük ödül. Hem ayrıca Allah’ımdan belámı mı isteyeceğim. Sağlıklı bir çocuğum, iyi giden bir evliliğim var’ buyurmuştu.
Çok güzel... Tok gözlü, vakur bir hanımefendi sanatçımız kendisi... Biz de takdir ediyoruz elbet. Daha doğrusu edeceğiz, tüm bu mavraları yiyeceğiz ama... Ah işte, o bir kaşık suda kopan fırtınayı elceğizleriyle, dilceğizleriyle kopartan kendileri olmasa...
Antalya Film Festivali’nin ne olup ne olmaması gerektiğine dair söylediklerini bir yana koyalım ve ‘Önce onlar ne olmak istediklerine karar versinler. Popülist mi sanat festivali mi?’ diye sorgulamadan önce gün gelip kendi kafa karışıklığına bir hál çaresi bulabileceğini umalım. (Sanat festivallerinden söz ederken Oscar’da şöyle yapılıyor, böyle yapılıyor demeler; henüz -Asmalı Konak’ı filmden sayarsanız- ikinci filmini çekmiş bir oyuncu olmasına ve kendisine ödül verilmediği için ortalığı yıkmasına rağmen, ‘Gençlerin önünü açacağız diye ustaların hakkını yediler’ şeklinde kraldan çok kralcı, abuk beyanatlar vermeler...)
Hani çok meraklısı olduğu Akademi Ödülleri’nde meselá Anna Paquin daha 10 küsur yaşındayken Piano’daki rolüyle Oscar aldığı hálde Martin Scorsese’nin hiç ödül almamış olmasını filan da bir yana bırakalım...
Benim naçizane başka bir önerim var. Bu tip organizasyonlarda, oyunculuk ödüllerinin yanında, ödül töreninden bir hafta sonra meselá, bir de ‘En vakur duran’ ödülü verilsin diyorum.
Nurgül Yeşilçay, işte o ödülü bir gün alsın; gidip önünde biat edeceğim, huzurunuzda yemin ediyorum.
Son olarak: Allah Nurgül Yeşilçay-Cem Özer çiftinin mutluluğunu daim etsin. Samimi temennimdir. Ki edecektir tahminim. Zira etle tırnak gibi birbirlerine uyuyorlar.
Pek çok konuda birbirlerine tıpıtıpına benziyorlar: Çok iyi oyuncu, çok kötü polemikçi.
Sigara dert değil de parfümünüz çok güzel adamın niyetini bozar!
Bundan birkaç yıl önce, işe gitmek üzere taksiye bindim. Aylardan yine ramazan... Taksim ile İkitelli’nin arası, epey uzun bir mesafe. Üstelik trafik de sıkışıksa, en az 40 dakikalık yol...
Zaten her taksiye binişimde sigara içeceğim varsa, yakmadan önce şoföre bir mahzuru olup olmadığını sorarım.
Özellikle ramazan aylarında, hele ki yolum uzunsa, vaziyeti arabaya binmeden önce kolaçan ediyorum. Malûm, marifet olmamakla birlikte, kel tiryakilik zor zanaat...
Yine aynı şeyi yaptım. Duran taksinin arka kapısını açtım ve şoföre; ‘Yolum uzun, İkitelli’ye gideceğiz. Sigara içeceğim; oruç tutuyorsanız başka bir araca bineyim’ dedim.
Şoför 32 dişini gösteren, gayet misafirperver bir üslûpla; ‘Buyrun, buyrun, hiçbir mahzuru yok’ dedi...
Atladım arabaya, ilerlemeye koyulduk. Balat boyunca manzarayı izledim. Sonra otobana çıktık. Pencereyi ve yolda okumak üzere yanıma aldığım gazeteyi açtım, bir sigara yaktım.
Yol gıdım gıdım ilerliyor. Trafiğin durumuna bakmak için her kafamı kaldırışımda gözünü dikiz aynasından bana dikmiş olan şoförle göz göze geliyoruz.
Ben her seferinde kibar kibar gülümsüyorum ya da ‘Ah şu trafik’ gibilerinden gözlerimi filan deviriyorum...
Bir değil, üç değil, beş değil...
İkinci sigarayı yakarken; ‘Biliyor musunuz, ben aslında niyetliyim’ dedi.
Otobana çıkmışız; artık dönüş mümkün değil... Tufaya getirildiğimi düşündüm. Ben saygı çerçevesinde üzerime düşeni yapmışım, sormuşum etmişim yani... Canım sıkıldı sıkılmasına ama oruçlu adamla tartışacak hálim de yok. Olan olmuş bir kez... Ne olacak; hatta kár kárdır, bir sigara az içmiş olurum di mi?!.
Bir yandan içimden; ‘Mızıkçılık niyet bozmuyor mu?’ şeklinde sorular da geçmesine rağmen, sigarayı söndürmeye giriştim.
Şoför; ‘Yok yok, söndürmeyin, sigara rahatsız etmiyor’ dedi. Sonra bir acayip güldü: ‘Sorun o değil...’
‘Sorun O değil’ dediğine göre, bir sorun olmalı? ‘Nedir?’ gibilerinden baktım yine yüzüne...
Yayvan geven sırıttı bu kez: ‘Sigara dert değil de parfümünüz çok güzel; adamın niyetini bozar! Keh keh keh!..’
KİNAYEMİ YESİNLER VIZ GELDİ TIRIS GEÇTİ
Yine marifet değil ama ayıptır söylemesi pabuç kadar dilim vardır; taş altında kalırım, laf altında kalmam. Sağ yumruğumsa hiç fena değildir; bu gibi durumlarda kullanmaktan da çekinmem.
Buna rağmen kilitlendim kaldım. Böylesine kilitlendiğimi hiç hatırlamıyorum. Keza, hayatım boyunca, en bağrı açık, müstehcen kelimelerle laf atıldığında bile böyle ağır tacize uğramış hissettiğimi de...
Gazeteye ulaştığımızda, beynimden kan sıçramış bir şekilde arabadan indim; ‘Allah kabul etsin,’ dedim, ‘böylesini de ediyorsa...’
Şimdi bana söyler misiniz; böylesine niyeti bozuk bir herif, niyetli olsa ne olur, olmasa ne olur?..
Samsun İl Müftülüğü’nün fetva hattına açılan telefonlarda erkekler tarafından en çok; ‘Dekolte giyen kadınlara bakmak orucu bozar mı?’ sorusu soruluyormuş.
Kadınlar da keza; ‘Dekolte giyinmek, ruj sürmek orucu bozar mı?’ diye soruyorlarmış.
Neye baktığınızdan ziyade, ne gözle baktığınızla ilgili bir durum olsa gerek...
Kendi adıma oruç tutanları rencide edecek bir şey yapmamaya gayret ederim.
Gelin görün ki ister niyetli olsun, ister niyetsiz; gözlerini örterek, ya da başkalarının örtünmesini isteyerek kendi artniyetini örteceğini zanneden insanların aymazlığı, hele ki benim özgürlüğümü ve onurumu zedeleyecek şekilde fütursuzca ortaya konuluyorsa, işte orada bir durulsun kardeşim.
İlahiyat camiasının bir numaralı tabudeviren popstarı Zekeriya Beyaz, son olarak; ‘Orucunuzu isterseniz cinsel birleşmeyle açabilirsiniz’ dedi ve ortalığı birbirine kattı bildiğiniz üzre...
Abdurrahman Dilipak, bu sözlere; Beyaz’ın vaktiyle bir otel odasında ‘sosyolojik araştırma’ bábında erotik kanalları izlediğinin ortaya çıkışına gönderme yaparak; ‘Bu Beyaz Hoca’nın ilgi alanı’ sözleriyle yanıt verdi. İsmail Nacar ise; ‘Beyaz’dır ne yapsa yeridir’ tonundan çalan bir kinayeyle; ‘Sayın Beyaz boğuşarak da açabilir, ciddiye almayın’ diyerek...
İşin ilahiyat bilimi açısından boyutu beni kat kat aşar... Edecek lafım yok.
Zekeriya Beyaz’ın çıkışlarının kimini komik, kimini eni konu gülünç bulmama rağmen, en azından böyle şeylerin tartışmaya açılmasına vesile olması açısından takdir ediyorum fakat, ne yalan söyleyeyim.
Zira evet, her türlü soru, sorulsun, tartışılabilsin isterim...
Benim de bir sorum olacak meselá...
Cengiz (Semercioğlu), perşembe günkü yazısında, hayır için verdiği iftar yemeğini basın ve medya organlarına faksla duyuran Gülben Ergen’i eleştirmişti meselá. ‘Bir elin verdiğini öbür elin duymayacak’ sözünü hatırlatarak...
Peki peşine televizyon kameralarını takarak gecekondu mahallesindeki evlere iftara giden ve bir yandan yer sofrasında iftar açıp bir yandan ana haber bülteni kameralarına gülüm gülüm gülümseyen Emine Erdoğan’a ne demeli?
Sormak isterim: Sayın Beyaz, böyle hayır işinden hayır mı gelir, oy mu, reyting mi?