Bir Caz Festivali daha rüya gibi geldi, rüzgár gibi geçti işte. Báki kalan bu kubbede bir hoş sada... Başka?..
Beyin, yürek ferahlığı, kenara kaydedip unutulmayacak birkaç 2005 yazı hatırası... Bir de: Şu yanda gördüğünüz ‘belge.’
Geçen gün Kanat (Atkaya) ve Latif (Demirci), bizim kahvede oturmuş laflıyorlar. Kanat, tanıtım broşürlerinin bulunduğu bölümden bu senenin Caz Festivali broşürünü alıyor ve broşürün ‘suratsız’ elemanına bir yüz çiziyor.
Malûm, gazetelerdeki fotoğraflara kaş, bıyık, gözlük, vs. eklemek insani bir ‘güdü...’ Hele ki surat niyetine boş bir alan bulmuşsun, o surata bir şekil vermemek mümkün mü?
Latif, Kanat’ın müláyim ifadeli Caz Adam’ını Tenten’e benzetiyor. (Bana sorarsanız Antoine de Saint-Exupery’nin kendi elleriyle çizdiği Küçük Prens’e daha çok benziyor ama Latif öyle diyorsa öyledir. Álemin duayen üstádına bilmişlik taslayacak değiliz. Tenten’se Tenten’dir yani..)
Sonra o da bir broşür alıyor ve elemana Muhlis Bey’in suratını ekleştiriyor.
Tam o sırada kahveden içeri Soner Günday giriyor. Ve tabii ki o da anında hadiseye dahloluyor.
Bu sayede eline saksofon almış, hatta saksofona binmiş bir İbrahim Tatlıses neye benzerdi, eh, aşağı yukarı gözümüzde canlandırabiliyoruz artık.
Ben bunları Kanat’ın elinde görünce atlamış bulundum: ‘Abi ben bunun, böyle farklı versiyonlarla tişörtünü istiyorum. Film festivalinde de caz festivalinde de, üzerinde bu ‘suratsız’ elemanın yer aldığı tişörtler satılsın, isteyen üzerine istediği sureti çizdirsin. İstanbul Kültür Sanat Vakfı’na cillop gibi ek gelir olur. Fena mı olur?..’
Şimdi bütün bunları yazdık yazmasına da... Esas söylemek istediğim şey başka...
Kanat’ı gazetenin barında elinde bunlarla görüp broşürleri yazıda kullanmak istediğimi söylediğimde Kanat ne dese beğenirsiniz?: ‘Ya, Lato’ya bir soralım. Belki itirazı olur.’
Allah Allah? Niye ki?..
Öylesine bir ince düşünce işte; tipik Kanat háli. ‘Ne olur ne olmaz, bir soralım’ diyor.
E iyi, peki... Latif’i arayıp, böyleyken böyle diye durumu anlattım. Latif ne buyurdu dersiniz? ‘Ya, illüstrasyonun esas sahibine ayıp olmasın?’
Zincirleme hassasiyet gösterdiler. Arkadaşlarımla gurur duyduğumu belirtmek isterim. Böyle de yakışıklı/yetenekli olduğu kadar ince düşünceli ve sanatçı duyarlılığına sahip beyefendiler.
Not: Soner’ciğim, bu arada seni de arayamadım ama benim duyargalar bizimkilerinki kadar hassas olmasa gerek... Valla bir son dakka vak’asıdır. Hıyarlığıma ver...
Hassasiyetinizi yesinler
Memlekete televizyon denen aletin geldiği o eski günlere dair anlatılan efsanevi hikáyelerle dalga geçeriz bir de. Eláleme ‘Türkler yoksuldur’ dedirtmemek için köy filmlerindeki buğday tarlası sahnelerinin makaslanması gibi hikáyelere meselá.
Evet efendim, yoksulluktan kırılan bir milletizdir ama aaa, hiç olur mu, vitrinin ele güne karşı ‘şık’ görünmesi gerekir.
Sormayın; hani vaktiyle mamutlar vardı?.. Hah, işte tee o zamanlar, TRT yasakçı zihniyetiyle nam salmış, biricik devlet kanalımızdı.
Ekidi-ekidi-ekidi... İlahi, pek komik değil mi? Ama bunlar eskidendi... Şimdilerde zaman değişti...
Zannededuralım... Ebleh ebleh...
Fazla gülmesek iyi olacak. Zira durum komik falan değil, düpedüz gülünç. Ve yıl 2005 ama manzara maalesef aynı manzara. E, kafa aynı kafa olunca?..
Var ya, bu ülkenin çalımından, kurumundan yanına yaklaşılmayan kimi kurumlarının riyasından, aymazlığından, bıkkınlıktan öte tiksinti geldi artık...
TRT’nin taze vukuatlarından biri Aylin Aslım’ın, göz göre göre, bando-mızıka gelen bir töre cinayetine kurban giden Güldünya’nın dramını anlattığı, ağıt mahiyetindeki şarkısı Güldünya’yı yasaklamak oldu biliyorsunuz.
Aylin, şarkısının yasaklı olduğunu, TRT’nin bir radyo programına katıldığında tesadüfen öğrenmiş. Şarkı çalınacak; pardon, çalınamıyor.
Niye? Çünkü denetimden geçememiş. Niye? Çünkü şarkının içinden ‘Daha çocuk yaşta üstüme çıkan herife’ diye bir söz geçiyor.
Tebrik ederiz, yine insaflı davranmışlar. Zira ‘Canım abim vurma beni / Bu dünyadan alma beni / Dökülür mü kardeş kanı / Bir karında yatmadık mı / Bir anadan doğmadık mı / Bir memeden doymadık mı’ şeklinde ilerleyen sözlerde gördüğünüz üzre, meme kelimesi felan (!) da geçiyor. Sonra erkek kardeşle ana karnında da olsa yatmak matmak?.. Tö’be tö’be!..
Bakınız ufku geniş TRT’miz bunlara hiç laf etmiş mi? Etmemiş...
Muhtemelen gerek görmemiş. Ortada o vahim ‘Daha çocuk yaşta üstüme çıkan herife’ satırı dururken, oralara kadar gitmeye ne gerek?
Tuuu! Kaka şarkı, tukaka şarkı Güldünya. Bizim kolalı, rafine, püriten dünyalarımızdan uzak, cehenneme direk...
‘Yav pek hörmetli devletlüm, sorması ayıp, sen bizle dalga mı geçiyorsun?’ diye sorarlar o kuruma. Hatta bunu, denetimden haşa geçemeyecek başka bir lisanla sormak lázım ya... İşte...
Garabetin vahametinin boyutu bununla da kalmadı. Hesapta Aylin Aslım, dün Erkin Koray ile birlikte, canlı olarak yayınlanan Sayısal Gece’ye katılacaktı. Ne hikmetse program iptal edildi.
Böyle bir saçmalık, içgörü yoksunluğu da söz konusu yani. Madem bu mentalitedesin, akmaz kokmaz tavşan boku işler yapan bir dolu eller havaya ‘sanatçısı’ var, onları çağır bari, değil mi?
Erkin Koray ve Aylin Aslım gibi iki kişiyi canlı yayına çıkarmaya kalkacaksın, neden sonra ‘Ulan bunlar protest mırotest takılan tipler, bize uymaz’ makamından tırsacaksın.
Vaziyet bu denli asap bozucu olmasa, güleceğiz ama heyhat...
Devletimiz, ekran denetimi söz konusu olduğunda sergilediği hormonlu vazifeşinaslığını, töre cinayetlerini ‘denetlemekte’ gösterse de böyle şarkılar yazılmasına hiç gerek kalmasa keşke.
Akrabası tarafından tecavüze uğradığı için hamile kalan ve bu yüzden aile meclisi tarafından katlinin vacip olduğuna dair karar alınan 22 yaşındaki Güldünya, erkek kardeşlerinin peşinde olduğu bilindiği hálde devlet tarafından korunmadığı için Bakırköy DEVLET Hastanesi’nde öldü.
Bunlar olağan işler değil mi?.. Yaşanabilir ve fakat dillendirilemez...
Memlekette ensest almış başını yürümüş ama haberini yapmak TCK’ya göre yasak.
Bizde tecavüze uğrayan kız çocukları mütecavizle evlendirilmek suretiyle kurtarılır; böyle şeyler ‘olağan’dır. ‘Böyle hastalıklı bir şey olabilir mi?’ diye soracak olsanız neyle itham edileceğiniz bellidir: ‘Arkadaş memleket gerçeklerine uzak!’
Bunlar olağan, önüne geçilemez vak’alardır. Tüm bunlar olurken devlet, öööyle ‘gezer gezer uzaktan bakar...’
Her tür vahamet yaşanır da yaşanır. Fakat bunları dile getirmek, ‘yakışık almaz.’ Böyle çamur rengi muhabbetler devletimizin kıravatına, pardon, ekranına uymaz... Denetlemek gerekir.