Sevgili 2006; Hoşgeldin, sefalar getirdin. Yani? Getireceksin diye umuyoruz. Garibin ekmeği umut ya, umuttan vazgeçmiyoruz. Hoş, biz umuda vız geliyoruz, tırıs geçiyoruz fakat biz ondan vazgeçebiliyor muyuz; geçemiyoruz...
Pek muhterem 1 Ocak, yanisi azizim yeni yıl; bugün, rahmetli babaannemin doğum günü. Beni 10 küsur aylıkken, iki gün süren sancıların ardından, sezaryenle zor belá bünyeden atan annemin baygın olduğu sırada, kendi ismini göbekadı olarak bana verdiği, verebildiği için, beni bir başka sevdiğini söylerdi rahmetli. (İlk kız torunu olan ablam doğduğunda da ortamı bir yoklamış ama annem, ‘Bu zamanda göbekadı da ne?’ diyerek, hadiseyi veto etmiş; ablam mevzudan bu sayede yırtmış.)
O isimden dolayı ömrü billáh neler çektiğimi bir ben bilirim; tevazu gösteremeyeceğim, hak edilmiş bir sevgidir yani.
Kaldı ki babaannemin bütün torunlarına, ayrı bir hikáye eşliğinde, aynı masalı anlattığından, yani teker teker tüm yeğen-kuzenlerime, ‘Sen benim favori torunumsun’ muamelesi çektiğinden yana şüphem de yok ayrıca ama olsun.
İnsan, sevildiğini hissetmek isteyen, aferin budalası bir yaratık neticede. Dolayısıyla, bütün tatlı yalanların başımızın üzerinde yeri var. Maksat muhabbet olsun. Az olsun, hatta gerekirse yalan olsun, bizim olsun.
Bugün babaannemin doğum günü. Biraz sarhoşum, biraz yastayım. Onun öldüğü yaşta değilim; pek tahmin etmiyorum ya, inşallah o yaşları görebilirim. (75’ten sonra hep 74’te kaldı rahmetli. Öldüğünde, yanılmıyorsam, 86 yaşındaydı; ayrı...)
BABAANNEMBİRAZ ABARTIRDI
Babaannemi anmamın sebebi başka. Babaannemin, doğum günü bir yana, ölüm günü, içimde uktedir.
Şöyle ki: Rahmetli, biraz abartma huyu olan bir hanımefendiydi. Şeker hastasıydı ve birçok şeker hastası gibi, perhizini bozar bozar, sonra da vallahi de billahi de bozmadığına dair ballandırılmış kıtırlar atardı; tombuldu, iştahlıydı ve ağzının tadını iyi bilirdi.
Yalan hep aynı yalandı: ‘Vallahi yemedim, yani yedim de şu’kkkkadarcık yedim’di...
Kendisini son gördüğümde, nefes alamadığını söylüyordu. Ciğerleri iptalmiş. Soluğunun hırıltısını duymama rağmen, hastalığının bu denli ilerlediğinden bihaberim; ‘Aman babaanne yine abartıyorsun’ demiştim.
Beni her türlü kötü haberden ‘koruduğunu’ zanneden annemin marifeti neticesinde, öldüğünü, cenazesinden bir hafta sonra öğrendim.
Babaanneme son sözüm bu oldu: ‘Amaaan babaanne, yine abartıyorsun.’
O, bu konuda iyice ‘abartıp’ vefat etti.
Helálleşmek isterdim. Ona böyle veda etmek istemezdim. Maalesef böyle oldu. Hiçbir zaman da tashihi mümkün olmayacak.
Dolayısıyla, yeni yılcığım, şimdiden anlaşalım: 2005, hakikaten acayip bir seneydi. Rüya gibi geldi, rüzgár gibi geçti. Hiçbir şey anlamadım. Sen hadiseleri mümkünse bu denli abartma ki, seneye bu tarihlerde, bu şekilde vedalaşmayalım.
Zira 2005’le vedalaşırken fark ettim ki kurabildiğim yegáne cümle, yine bu olmuş: ‘Amaaan ve hatta oha birader, sen de ne yılmışsın, büyük abarttın!’
Avrupa Birliği’ne girme, ‘değişerek gelişme’ gayretlerinde, bir şöyle söylendi bir böyle...
Aslında no problem ama yok savaşı, yok terörü, yok deprem silsilesi, yok burun kesen kapkaç çeteleri, yok töre cinayetleri...
2005, büyük abarttı ve fena baydı yani...
GEÇİNMEYE GÖNLÜM VAR
Hayat, hiçbir zaman katran karası değildir hálbuki. Şimdi düşününce, çok güzel günler de geçtiğini ayırt edebiliyorum. Mutluluk dediğiniz, sevinç anlarını hatırlamaktan ibaret bir şeyse -ki öyledir- var yani envantere düşülmüş bir çok sevinç anı... Fakat yine de, genel itibarı ile, nedendir bilmem, ‘2005 iyi bir yıldı’ cümlesini kurmakta zorlanıyorum.
Şimdilerdeyse gündemimizde, Geceyarısı Ekspresi’nin 2006 vizyon versiyonu olarak, TCK’nın 301. maddesi...
Bunların tartışılabilmesi... İyi geldin be 2006. Devamını da bekleriz...
Zira iki ileri, bir geri, mehter marşıyla çağı yakalamak zor.
Değişim, hele ki değişerek gelişim, takıyye kaldırmıyor.
Canımın içisi 2006, geçinmeye gönlü olan naçiz şahsımın, senden birkaç dileği, arzusu, talebi olacak...
Al gülüm ver gülüm dünyası ya bu, sen benim isteklerime cevap ver, ben de sana láyıkıyla bakmak, her gününü zihnime nakşetmecesine kaydetmek için elimden geleni ardıma koyarsam en adi şerefsizim...
Meselá önümüzdeki yıl boyunca İbrahim Tatlıses, Tuğba Özay gibi kimi magazin şöhretlerimiz konusunda, tavukkarasına tutulayım; kendilerini görmeyeyim, duymayayım (İbrahim Tatlıses’i sadece şarkı söylerken duyabilirim.), bilmeyeyim.
Dokunulmazlıklar kalksın.
Düşünce, suç olmaktan çıksın.
Oy verebileceğimiz sağlam bir sol parti olsun, partilerdeki lider sultası bitsin.
Töre cinayeti, ensest, aile içi şiddet, tecavüz, hatta hepten şiddet, kapkaç kalmasın.
Ha, bir de bu arada, zil zurna aşık olayım; fakat aşk acı vermesin, güldürsün, fiyonk gülücüklü, neşeli bir şey olsun; gani gani eğlendirsin.
E mi 2006’cığım, tamam mı, peki mi, okey mi?
Hayat yani, bayram olsun ve o bayramda kurban kesilmesin. Bol glikoz tüketilsin ama şeker komasına girilmesin.
Tamam mı Ajan(da) 006? Bak, iyi bir çocuk olursan, senden 007’ye de selám söyleyeyim mi?
Pardon?! Eblehçe mi buldun taleplerimi?
E o kadar olsun; bu daha senin ilk günün. Nasılsa yarın eskiyeceksin ve biz, birbirinin ciğerini bilen ikimiz, yarın itibarıyla nasılsa, değişerek gelişme yolunda, málûm tempomuza döneceğiz.
Bir şöyle söyleyeceğiz, bir böyle söyleyeceğiz.
Her zamanki muhabbet işte: Aslında no problem... De...
Sen benim Kovalığıma ver bu kuru gürültü makámından çalan ebleh kakofoniyi. Malûm, bu, senin ilk günün olduğu kadar benim senemin de ilk günü... Ve Kovayız yani; astrolojiyi ve umudu ciddiye almamak gibi bir lüksümüz olabilir mi?