Ah bu ben; müstehzi dalgacılığınıza ve sağlığınıza duacı her dem...
Paylaş
LinkedinFlipboardLinki KopyalaYazı Tipi
Pek sayın ve sevgili ve dahi gözünün yağını yediğimin kárileri; baştan itiraf edeyim: Benim Mazhar Alanson'a objektif yaklaşabilmek gibi bir şansım, lüksüm yoktur.
Kendini az biraz sevdiğini itiraf etmeyi reddeden, kibir raddesinde mütevazı bir şaşkının edasıyla, utanmadan ona da tebliğ etmişimdir: Hayranlığın ebatlarını zorlamış, fanatizm boyutlarına ulaşmış bir cüretle, şahsıma ruhdaş bellediğim şahsiyettir Mazhar Alanson.
Aynı gün (13 Şubat) doğmuş olmamızı, yani astral kankalığımızı vesile sayar, ağzından çıkan her kelámı bir mürid edasıyla dinler, dinlemek de ne, yudumlar, hatta kana kana içer, yalanarak yutar, üstelik nerden cüret buluyorsam artık, artanlardan kendime geniş paçalı bir gurur payı çıkarırım...
(Bu arada, bazen kinaye yapayım derken göz çıkarıyorum; insanlar anlamayıp birebir alıyorlar, ayıp oluyor. Umarım kendime döşendiğim bu payeleri ciddi ciddi dile getirdiğimi düşünmezsiniz. Sümme haşa!)
Mazhar Alanson, şahane besteleri bir yana, zannımca bu piyasada eskimeden yıllanmayı başarabilmiş yegáne güftekárdır. İddiaysa iddia: Üzerine şarkı sözü yazarı tanımam...
Dün gibi hatırlarım: 2000'in 12 Şubat'ında, Vizyon dergisi için altı sayfalık bir röportaj gerçekleştirmek üzere buluşmuştuk. O 50, bense 28 yaşımızın arifesindeydik. Her zamanki zarafet ve alicenaplığıyla bana doğumgünü hediyesi olarak bir çift marakas hediye etmişti Mazhar kişi.
Bol sigara, çay, kahve ve şarap eşliğindeki uzuuun muhabbetimizin neticesinde dolan önlü-arkalı üç-dört kaseti deşifre ettiğimde, kullanılabilecek, ifşa edilebilecek malzemenin toplasanız en fazla dört sayfayı doldurabileceğini görmüştüm. Kalanı dahili espri ve şuursuz kahkahalardan ibaretti. Hatırladıkça hálá gülerim...
O sıralar bendeniz, hani dört yıldır filan, Alanson'un üzerinde çalıştığını bildiğim solo albümünü beklemekteydim. Málûm, Tanrılar'ın değirmenleri ağır öğütür ama sonuçta çıkan un ince olur. Dolayısıyla hasretliğin bu muhabbetin üzerine iki yıl daha sürmesine çok da şaşırmamıştım.
Yine de ‘‘Türk Lokumuyla Tatlı Rüyalar’’ın piyasaya sürülmesinden iki yıl önce o röportaja başlık olarak atabilmiştim Ah Bu Ben'i... Kendileri lûtfedip, o aralar yazmış oldukları satırları paylaşmışlardı zira: ‘‘Ah bu ben, kendimi nerelere koşsam? / Saklansam bir yerlerde gizlice ağlasam... / Ah bu ben, kendimi nerelerde bulsam? / Çekilsem sahillere; hayaller mi kursam?’’
Bildiğiniz üzre Mazhar Alanson, Senfoni Orkestrası üyesi bir zat-ı muhteremin, tiyatro eğitimi almış Ankaralı oğludur. Gençlik demlerini, has kankaları Özkan Uğur ve Fuat Güner ile birlikte bıçak sırtında dolanarak, bünyeyi ateş suyuna ve kavgaya ve dahi rock'n'roll'a bandırarak; bu arada biri kız, biri oğlan olmak üzere iki evlat boyu üreyerek geçirmiştir.
Şimdilerde, olgunluğunun tadını çıkarmakta, karizmasını daha dingin, daha sus-pus bir belágatla fısıldayan jazzy melodiler ve sözlerle dile getirmektedir. (İşin aşki-meşki kısmı kendilerini ilgilendirir. Haddimi aşıp bu konudan dem vurmaya, yorum yapmaya yeltenmeyeceğim. Şarkısını yaparsa iştahla dinleriz, ayrı...)
Alanson, Ah Bu Ben'in klibinde, kendini nerelere koşacağını bilemeyen aşık ve hüzünlü bir gamlı baykuşun hálet-i ruhiyesini gayet başarılı bir şekilde aktarıyor. Zira sanırım rol kesmesine hiç mi hiç gerek yok, adamımız kendini oynuyor. Bir odada dört dönerek yaşadığı muallak, izleyenin neredeyse canını acıtıyor. Yatsa yatamaz, kalksa kalkamaz, gözünü ömrü billáh uyku tutmaz, boğazından bir lokma ekmek geçmez, kendinden sıkılmış bir depresif ruh işte...
‘‘Zor olsa da galiba / Dönüyorum sana / Gel dersen, hemen / Çağırmazsan geçerken / Yerle gök arasında bir yerde... / Sen beni tanımazsın / Severim de söylemem / Sen beni uzak sanırsın / Bilirim, söz dinlemem / Ah bu ben, kendimi nerelere koşsam?’’
Gelin görün ki, karizmatik beyimiz, sonunda trençkot ve fötrünü üzerine geçirip, sevgilinin apartmanının kapısına atar kendini. Ve fakat zili çalacak cesareti yine de gösteremez. Bir zaman sonra merdivenlerde başı yana düşer nihayet ve uyuyakalır. Allah'dan genç hanımefendi, klibin sonunda onu uyukladığı yerde bulur, yanına çöker, elini uzatır ve yanağına dokunur: The Mutlu End...
‘‘Aşk için söylenen her söze kanmış / Pervane misali ateşe yanmış’’ bir Mazhar kişiye, Allah için böylesi bir mutlu son, fiyonk gibi yakışır.
Aşkolsun Mahzar Bey; sizin için bir dilek tutma hakkım varsa, bunu dilerim... Allah rızası için Yalnızlar Garı'nın remix'ine de acil bir klip çekiniz. Salt şahsıma mahsus olmayan bu ricayı iletmeyi de görev addederim.
Geçmiş ve gelecek tüm doğumgünleriniz için şimdiden evire çevire öperim o sanatkár ruhunuzu; o vakit her nerelere koşuyor ve koşuluyorsanız artık! Gri-mavi gözlerinizden de ziyadesiyle bûsederim...
Bin, on bin, yüz bin yaşayınız e mi?
Ah bu ben; müstehzi dalgacılığınıza ve sağlığınıza duacı her dem...