Yaşananlar

Haberin Devamı

En güzel tekzip

POSTA'dan Yazgülü Aldoğan, Antalyalılar'ın çok sesli müziğe gönül vermediklerinden dem vurmuştu bir yazısında... Aspendos'taki klasik müzik konserlerine en çok yabancı turistlerin ilgi gösterdiğini yazmıştı. Sonra, yazıyı şöyle bir cümleyle bitirmişti; ‘‘Antalyalılar da, elbet bir gün, ayaklarına kadar gelen o güzellikleri izleme zahmetine katlanır’’...

Ah, keşke cumartesi günkü Fazıl Say konserinde olsaydın sevgili meslektaşım... Olsaydın da, Antalyalılar'ın o muhteşem tekzibini görseydin gözlerinle... Öyle bir günlüğüne, bir konser için İstanbullar'dan kalkıp gelmekle, o günkü izlenime göre yorum yapmakla, bu işlerin olmadığını anlardın. Ve, bir süre önce, bu köşede, sana neden, ‘‘İnsaf eyle’’ dediğimi de...

Dünyaca ünlü piyano sanatçımız Fazıl Say'ın konserini organize eden Kadir Dursun söyledi. O gece konsere gelenlerin sadece yüzde 10 yabancı turistti... Yüzde 15'i ise Antalya'da tatil yapanlar... Yani, Ankaralısı, İstanbullusu, İzmirlisi... Geriye kalan yüzde 75'i ise Antalyalı... Yaz-kış Antalya'da yaşayanlar yani...

Şimdi şunu sormak hakkım... ‘‘Çok sesli müzik, klasik müzik dinlemiyorsunuz’’ diyenlere bundan iyi tekzip mi olur?..

Aspendos'a gelip bu tekzibe katkıda bulunan tüm Antalyalılara benden kocaman bir teşekkür...

Köfte sürgünü

Erdoğan Kahya, Antalya'da görev yapmış vali eşlerinden birkaçının hikayesini anlatmıştı. O traji-komik hikayeler bu köşede çıkınca, o dönemde valilikte çalışanlardan bazıları telefonla beni aradılar. Bunlardan biri de valilik eski basın müşaviri Yılmaz Ekmekçioğlu...

Ekmekçioğlu, ‘‘Bir hikaye de benden dinle’’ dedikten sonra, valilik protokol müdürü rahmetli Doğan Ünsal'ın başından geçenleri anlattı. İşte, onlardan biri;

‘‘Doğan Ünsal'ın protokol müdürü olduğu dönemde başından geçenler, inanın pişmiş tavuğun başına bile gelmemiştir. Doğan bey, emniyet mensubuydu ama valilikte görevliydi... Başkomserdi... Protokole baktığı için vali eşleriyle sürekli o muhatap olurdu. Bahattin Güney'in eşi Serpil Hanım, bir gün Doğan beyi çağırıp, ‘Vali konağına misafirlerim gelecek. İçli köfte istiyorum' demiş. Doğan Ünsal da, Antalya'nın ünlü bir restoranına gidip içli köfteleri hazırlatmış. İçli köfteler konağa gittiğinde olay oldu. Serpil Hanım, ‘Bu köftelere neden ceviz konulmamış?' diye küplere bindi. Hemen dönemin emniyet müdürü Polat Polatoğlu'nu arayıp, ‘Bu protokol müdürünü buradan alın' dedi. O güne kadar şark görevi yapmadığı herkes tarafından bilinen Doğan Ünsal, apar topar Doğu illerinden birine gönderildi.’’

Vay be... Neler oluyormuş hayatta...

Demek ki, bu memlekette içli köftelerin içsiz olmasının cezası sürgün... Köfteler içli olduğunda şark hizmeti iç edilip yetkililer görmemezlikten geliyor, içsiz olduğunda ise şark bahane ediliyor.

Ben de, hep düşünür dururdum... Doğan Ünsal, neden erken yaşta göçtü gitti bu dünyadan diye...

Şimdi anlıyorum ki, varmış bir sebebi...

Say'la yemekte

Fazıl Say ile konser öncesi 7 Mehmet'te öğle yemeğindeyiz. Babası Ahmet Say'a göre ise o yemek, öğle yemeği değil, Fazıl'ın sabah kahvaltısı... Çünkü, uçağı Amerika'dan rötarlı geldiği için geç yatmış, ancak o saatte uyanabilmiş.

Yemekte, baba Ahmet Say, aileden birkaç kişi var. Bir de konseri organize eden Kadir Dursun ile ben... 7 Mehmet'in ünlü yemeklerinden tadıyor Fazıl... Bir yandan da sohbet ediyoruz. Denize, havuza girmek için zamanı olup olmadığı tartışılırken, baba Ahmet Say'ın güneş alerjisi olduğunu öğreniyorum. ‘‘Güneşi görür görmez vücudum kabarır’’ diyor. Üzüldüğümü anlayınca da, bir örnek veriyor; ‘‘Beterin beteri var. Su alerjisi olan bir adamı tanıyorum. Ellerini bile yıkayamıyor zavallı. Hemen şişiyor orası burası.’’

Fazıl giriyor söze... ‘‘Eeee, nasıl temizleniyor peki?’’ diye soruyor. Masadakiler, ‘‘İlaçlı sularla veya kolonya ile herhalde’’ derken, en komik cevap Fazıl'dan geliyor; ‘‘Karısı balkona çıkarıp halı gibi silkeliyordur’’

Sonra, söylediğine kendisini de katıla katıla gülüyor.

Soyadı önemli

Şu soyadı konusunda hep takıntım vardır. Çünkü, soyadları insanları bazen komik duruma düşürebiliyor. Geçen gün, Antalya'da bir tabelada, bir soyadı gördüm, inanın tam evlere şenlik...

Vatandaşın soyadı; Uzunsakal... Diyeceksiniz ki, buna gelene kadar, neler var neler... Bu soyadı taşıyan vatandaşın adı Ahmet veya Mehmet olsa iyide Ayşe ya da Fatma olunca olmuyor.

Şöyle bir ad veya soyadı düşünsenize; Ayşe Uzunsakal...

Ama ne yapsın?.. O bayan, bu soyadını isteyerek seçmemiş ki... Ya babasından miras kalmış, ya kocasından almış.

Böyle ilginç soyadlı olan bir bayan daha tanımıştım. Baba tarafı, incir yetiştirilen bir yöreye mensuptu... Dedeleri, soyadı kanunu çıktığında, ‘‘Yemiş’’i tercih etmişler. Yemiş, incirin yöresel adı...

Bu soyadının önüne, siz tutun ister erkek, ister bayan olsun, hangi ismi koyarsanız koyun, hoş kaçmıyor değil mi?..

Biri, ‘‘Ayşe Yemiş’’ diye kendini tanıttığında o yöredekilerin aklının ucundan bile geçmeyen muziplik, şehirlilere neler neler çağrıştırıyor kimbilir.

Bilmem anlatabildim mi?

dgundogdu@hurriyet.com.tr

TELEFON: (0242) 340 38 38

Yazarın Tüm Yazıları