Yaşananlar

Haberin Devamı

Çok ayıp ettik

GALATASARAY maçındaki küfürler nedeniyle Antalya seyircisi, sadece spor değil, tüm köşe yazarlarının büyüteci altında...

Baştan söyleyeyim, seyircinin yaptığı çok büyük ayıp. Ettikleri küfürler bu kentte yaşayanların ağzına yakışmadığı gibi, yapılan da Antalya'ya ihanet...

Dünya kentinin adını lekelediler. Ancak, şunu da kabul etmek gerekir ki, bazı kişilerin bu ayıbını tüm seyirciye maletmek de yanlış.

Hele hele, suçu Milliyet yazarı Melih Aşık gibi kent yöneticilerine yüklemek tümden haksızlık. Bakın, ‘‘Tribün ahlakı’’ yazısında ne demiş ünlü yazarımız;

‘‘Tribünlerden koro halinde ananıza, avradınıza, bacınıza, kızınıza ağıza alınmayacak küfürler yiyorsunuz...

Neden?.. Niçin?..

ÇİRKİN TEZAHÜRAT

Ve, bu haksız ve çirkin tezahüratı Antalya Valisi ve Antalya Emniyet Müdürü hiçbir şey olmamış gibi izliyorlar. Acaba Fatih Terim'e yöneltilen bu hakaretlerin yarısı kendilerine yöneltilse ne olurdu?.. Aynı tepkisizliği mi gösterirlerdi? Neden Fatih Terim'e küfür edilince tepkisiz kalıyorlar. Neden bir büyük ayıbı paylaşıyorlar?..’’

Bu satırlara göre, Vali Ertuğrul Dokuzoğlu ile Emniyet Müdürü Natık Canca, sarfedilen küfürlerden memnun... Ve, yine yazara göre, bu ayıba ortaklar...

Şimdi size sorarım; böyle bir şey mümkün olabilir mi?.. Hangi vali, hangi emniyet müdürü bırakın bu ayıba ortak olmayı, örtmeye çalışır.

Eğer, bu yazı onları harekete geçirmeye çalışmak için yazılmışsa onu anlarım. Fakat, onun yolu da bu değil...

Naçizane bir sorum daha var. O tribünden, o an rastgele üç beş kişiyi almaya kalkışmak, maçın o an bitişi demekti. O psikoloji ile tribündekiler ya sahaya dolardı veya ellerinde ne varsa sahayı doldururlardı. Ondan sonra saha kapanır, olan Antalyaspor'a olurdu.

Kaldı ki, seyirciyi terbiye etmek, vali veya emniyet müdürünün işi değil... Küfür, bazı kişileri gözaltına almakla ya da polisiye tedbirlerle de önlenemez.

EĞİTİMLE ÖNLENİR

Bu eğitim işi... İşte, bu noktada görev, yazar çizer takımına düşüyor. Özellikle de, o kişilerin en çok okuduğu o spor sayfalarını yapanlara...

Peki, o maçta ne yapılabilirdi...

Hakem, ortalığı dumana boğan ve maçı durduran meşale yakma olayında tribüne müdahale etseydi veya olabilecekleri anonsla duyursaydı küfürün önü alınabilirdi.

Veya, ilk küfür koro halinde geldiğinde maçı durdurup uyarsaydı, yine mesele buralara kadar gelmezdi.

O nedenledir ki, Melih Aşık her şeyi yazmış ama hakemden hiç mi hiç bahsetmemiş...

Her zaman vur abalıya olmaz...

Çünkü, o abalıları da savunan biri çıkar...

Cevap değil bir itiraf

ATSO Başkanı Tunay Altınpınar bir faks göndermiş. Yazıma cevap içeren bir faks... Daha doğrusu itiraf...

Kendisi bir konuşmasında, uzun yıllar Antalya'nın hiçbir konaklama tesisinde ve alışveriş esnasında mağazalarda müşteriyle münakaşa edildiğini, tartışıldığını, olumsuz davranışlarda bulunduğunu görmediğini, işitmediğini söylemişti.

Ben de bunu eleştirmiş ve böyle olmadığında ısrarcı olmuştum. Hatta, sattığı halıyı yurtdışına göndermeyen ayıplı işyerlerini örnek göstermiştim.

İŞTE CEVAP

Cevap, işte bu yazıya geldi.

Şöyle diyor Altınpınar;

‘‘Maalesef, bu gibi olumsuz davranışlarıyla, hem kendi ticari itibarlarını, hem de, Antalya'nın güvenilir ticari hayatını ve ülke imajını rencide eden kişiler vardır. Bu gibi kişileri biz tacir olarak tanımlayamıyoruz. Bir yıl içinde ATSO'ya intikal eden bu kapsamdaki olay sayısı 24'tür. Benim vurgulamaya çalıştığım husus, Antalya ticaretinin esasen güvenilir ve istikrarlı olan genel yapısıdır.’’

Altınpınar'ın iyi niyetinden hiç şüphem yok. Olamaz da... Ama, bir şeyi kaleme alırken veya söz ağızdan çıkarken iddialı kelimeler kullanmamak lazım. Sonra benim gibi biri o kelimeleri insanın karşısına çıkarır... Mesela, kendi kurumuna intikal eden 24 olaya rağmen, ‘‘Görmedim, işitmedim’’ demek gibi...

Kar yağdı kim bildi?

Sabah Gazetesi, ‘‘Kar yağacağını bildik’’ deyince, Zaman Gazetesi yazarı Ferhat Barış'ın tepkisi şöyle olmuş; ‘‘Halbuki karı yağdıran Allah, tahmin eden Meteoroloji, bize aktaran ise bir gazeteydi.’’

Bu yoruma dün Sabah'tan cevap geldi; ‘‘Kıskandılar.’’

İki gazete arasında bu tatlı didişme yaşanırkan, tam yerine denk geldi, manzara koyduk misali bir hikaye a mail'e düştü... Hikaye, bizim fıkra fabrikatörü Orhan Fer'den...

çölün kızgın güneşi altında çekim yapılmaktadır. İhtiyar bir kızılderili sete doğru yaklaşır ve, 'Yağmur yarın' deyip gider. Şaşıran yönetmen ertesi gün yağan yağmuru hayretle izler. Kızılderili yine gelir ve, 'Fırtına yarın' der ve uzaklaşır. Ertesi gün gerçekten de müthiş bir fırtına çıkar ve çölü birbirine katar.

Yönetmen emreder,

'Çabuk bana o kızılderiliyi getirin ve istediği parayı verin.. O olmazsa biz bu filmi imkanı yok bitiremeyiz.'

Adamlar, kızılderiliyi bulurlar ancak razı olması bir milyon dolara patlar. Bir ay boyunca ihtiyar kızılderilinin söylediği her şey tutar.

Yağmur der yağmur, çöl fırtınası der çöl fırtınası, kavurucu sıcak der kavurucu sıcak... Yönetmen önceden önlemini alıp filmi çekmeye devam eder.

Derken bir gün kızılderili susar ve hiçbir şey söylemez olur. Bunu farketen yönetmen kızılderiliyi kenara çekip öfkeyle çıkışır;

'Bana bak... Sana bu iş için dünyanın parasını ödedim. Bir an önce marifetlerini göstermeye başlamazsan dayağı yersin.'

Kızılderili omuzlarını silkeler ve şöyle der;

'Ne yapayım, radyo kırıldı.'

Ünlü sözler

‘‘Yalanın dostu, gerçeğin de düşmanı çoktur.’’

De Gilardin

dgundogdu@hurriyet.com.tr

TELEFON: (0242) 340 38 38

Yazarın Tüm Yazıları