Yaşananlar

Haberin Devamı

Bir pazar sabahı

Karadeniz hamsisi ve rakı...

Tel ızgara arasına koyup, mangal kömüründe de pişirip, deniz kenarında yediniz mi?

Mutlaka yapmışsınızdır... Bir pazar günü öğleden sonra piknikte veya akşam evde...

Peki, aynı şeyi sabahın sekizinde denediniz mi?..

Neden mi soruyorum... Ben yaptım da onun için... Sabahın sekizinde, Karadeniz hamsisini meze yapıp buz gibi rakı içtim... Hem de, Akdeniz'de güneşin doğuşunu seyrederek... Hayatımda yapmadığım bir şeyi denedim geçen pazar günü...

SABAHIN ALTISI

Sabahın köründe, saat 6'da birkaç arkadaş büyük limandaki balıkçı barınağına gittik... Balıkçıların eli, ayağı, beyni kısaca herşeyi Tamer Bulu, konuk etti bizi... Bizim arkadaşlardan birinin can dostu Tamer... Gece denize açılan teknelerin barınağa dönüşünü, kasalardaki hoplayıp zıplayan balıkların sahile indirilişini, kıran kırana ihalede kapış kapış gidişini izledik.

Büyük zevkti doğrusu... Üşüdüm ama üşüdüğüme de değdi... En azından, ‘‘Üff, amma pahalı’’ dediğimiz tezgahtahi balıkların ne şartlar altında oralara kadar geldiğini anladım.

Aynı gün, orada bizden birileri daha varmış. Ama, görmemişiz birbirimizi. İyi ki de görmemişiz. Yoksa, beni de alıp beraberlerinde götürürlerdi... Nedenini anlatayım da, mutlaka, ‘‘İyi ki görmemişler’’ dememin altında yatan gerçeği, siz de öğrenin. Öğrenin ki, bana hak verin.

BALIK ZİYAFETİ

Bizim gazetenin basıldığı DPC'nin müdürü Gökhan Satıcıoğlu, İnoksan'ın bölge müdürü ağabeyi Erhan Satıcıoğlu ve Doluca Şarapları'nın bölge müdürü arkadaşları Engin Birol... Onlar, bizden farklı olarak, tekneyle denize açılmışlar o sabah... Amaçları da; akşama evde şöyle ailecek balık ziyafeti çekmek...

Saatler ilerledikçe tek balık vurmamış oltalarına... Sıçan Adası'nın etrafını dolaşmışlar tık yok... Kıyıları taramışlar tık yok... Öğleden sonra saat üç sıralarında karınları acıkmış... Gerisini bizim Gökhan'dan dinleyelim;

‘‘Akşam ziyafetinden vazgeçtik. Karnımızı doyuracak tek bir balık bile tutamamıştık. Ne yapacağız, ne edeceğiz diye düşünürken, teknenin sahibi Engin, (Merak etmeyin arkadaşlar, ben size balık yedirmeden karaya ayak bastırmam) dedi. Hakikaten de sözünde durdu. Teknenin kıç tarafındaki bir kutudan, üç yarım ekmek ve üç tane de ton balığı konservesi çıkarıp bize uzattı.’’

Manzaraya bakın...

Akdeniz'in orta yerinde, elde boş bir olta, ekmekte ise ton balığı...

Yine tekrarlıyorum; ‘‘İyi ki beni görmemişler.’’

İşte farkımız

Geçen gün, Akdeniz'in sürmanşet haberinin başlığı şuydu;

‘‘Devletin yapamadığını yaptı...’’

Ve, haber şöyle devam ediyordu;

‘‘Dünyanın en büyük turizm fuarının düzenlendiği Oslo'da gözler, turizm Bakanlığı'nı ararken, Alanya Belediye Başkanı, kıran kırana savaştı.’’

İşte, benim merak ettiğim, Norveç'in Oslo Kenti'nde harika bir tanıtım yapan Alanya Belediye Başkanı Hasan Sipahioğlu'dan çok, Akdeniz'in bu manşetini gören dalkavukların ne yaptığı...

Gördünüz mü yağcı beyler?.. Okudunuz mu haberi?..

Alanya'nın şu meşhur karikatürlü tanıtım takvimini acımasızca eleştiren bizler, Oslo'daki bu güzel tanıtımı göklere çıkarmakta çekinmedik...

YAĞCILARIN MARİFETİ

Neden?..

Çünkü, doğruya doğru, eğriye eğri prensibimizden hiçbir zaman ödün vermedik de ondan...

Ama, başkanın bazı yağcıları konuyu kaşımaya devam ediyor... Kınamaydı, hakaretti gırla gidiyor... Bu yağcıların tek tek isimlerini versem, şımaracaklar...

Eğer, bu kaşıntı zamanla bende yara yaparsa, sizlere öyle bir cevap veririmki feleğiniz şaşar...

Unutmadan, sayın Turizm Bakanı Erkan Mumcu'ya da bir sorum olacak. Sayın bakanım, bir bayan turistin, niyeti kötü pala bıyıklı vatandaş tarafından Alanya Kalesi'nin surlarında kovalanmasını espri olarak yorumlamıştınız ya...

Alanya'da cumartesi günü iki erkek çocuğun elleri bağlanarak kale surlarında tecavüz edilmesi olayına acaba ne diyeceksiniz merak ediyorum.

Ben, imam, cemaat meselesi diyorum...

Ya siz?..

Kaçan fırsat

Antalya'da iki kız kardeşin kurban gittiği vahşetin suçlusu hala bulunamadı. Gazeteler, her gün Ankara'daki krimonoloji laboratuvarına gönderilen kıl örneklerinden, kan örneklerinden bahsediyor.

Giden, ancak sonucu bir türlü gelmeyen örnekler yüzünden suçlu, suçsuz insanlar günlerce içeride tutuluyor. En önemlisi, vahşet bir türlü aydınlatılamıyor. Sonuçta, adalet gecikiyor.

Neden gecikiyor sorusunun cevabı gayet basit... Antalya gibi bir kentte krimonoloji denilen laboratuvar yok da ondan...

NEDEN KURULMUYOR?

Neden geciktiğini anladık da, peki, neden bu laboratuvar kurulmuyor?..

Bu fırsat yıllar önce Antalya'ya bir kez verildi. Ankara, Mete Altan döneminde Antalya'ya bu laboratuvarı kurma kararı aldı. Altan da yardımcısı Hüseyin Limoncuoğlu'nu görevlendirdi. Sonuç; elde var sıfır... Çünkü, aylarca laboratuvarın kurulacağı bir alan gösteremediler Ankara'ya... Ankara'da onların bu umursamaz tavrına kızıp vazgeçti bu işten...

Sanırım, bize gönderilecek malzemelerle bir kaç krimonolog, Bursa'ya gitti. Şimdi, bu teknoloji burada olsaydı, kıldı, tüydü, sonuç şappadak alınır, eldeki zanlının suçlu olup olmadığı ortaya çıkardı.

KILIN TÜYÜN SONUCU

Duyduğum kadarıyla, Natık Canca, kendi imkanlarıyla parmak izi ve bir kaç biyolojik testi yapacak laboratuvar kuruyor. Diyorum ki, hazır bu işe niyetlenmişken, şöyle bölgeye hitap edecek, doğru dürüst bir krimonoloji laboratuvarı kurulsa...

Afyon'u, Isparta'sı, Burdur'u... Jandarması, polisi bu laboratuvardan yararlansa... İnsanlar, sadece normal gözaltı süresi boyunca içeride kalsalar... Suçsuz olup da, kılın, tüyün sonucu gelecek diye Ankara yolu beklemekten onlar, haber yapacağız diye bizler, zanlıyı hakim önüne çıkaramamanın sıkıntısı yüzünden polis yorgun düşmese...

Ünlü sözler

‘‘Denizi sev ama kıyıda dur’’ George Herbert

dgundogdu@hurriyet.com.tr

TELEFON: (0242) 340 38 38

Yazarın Tüm Yazıları