Sağlık

Gündüz TEZMEN
Haberin Devamı

Annesiz bebekler

İlk birkaç yılda çekilen anne yoksunluğu, yaşam boyu silinmeyen izler bırakıyor.

Yaşadığımız acı günler içinde gündem sürekli olarak farklılık gösteriyor. Hepsinin temeli depremin getirdiği sorunlar olmakla beraber ilk günler geçtikçe psikolojik sorunların ağır bastığını görüyoruz.

Çok sayıda kayıp verildi. Bu acı herkesi etkiliyor ancak, sorun annesini kaybeden bebekler açısından çok daha büyük. Bu konuyla ilgili olarak daha önce de yayınladığım bir yazı var. Sayın Oya Ünal’ın hazırladığı bu yazıyı güncelliği nedeniyle tekrar yayınlıyorum.

Annelik, tümüyle içgüdüsel bir yetenek değil, büyük ölçüde sonradan kazanıldığı kanıtlanmış bir duygu ve davranıştır. İlk yaşlarda, özellikle oral dönemde (bebeklik döneminde) çocuğun en büyük gereksinimi sevgi, ilgi ve ihtiyaçlarının zamanında, yeter ölçüde giderilmesidir. Devamlı, dengeli ve kararlı bir sevgi, çocuğun sağlıklı büyümesi, sağlam bir kişilik geliştirmesi, çevreye uyumu açısından çok gereklidir. Bir başka gereksinim olan güven duyma, dengeli bir sevgi ortamında doğar. Güven duygusu sağlıklı olarak gelişen kişi, hem kendine güvenir hem de dış dünyaya, insanlara güvenir. Böylelikle bağımsız olmayı, kendi başına kararlar almayı, karşılaştığı güçlüklerin üstesinden gelmeyi öğrenir. Sevgi; kısacası ilgi, sevecenlik, sıcaklık annede olması gereken özelliklerdir.

Anne, bebeğin bakımı sırasında okşamasıyla, tutuşuyla, konuşması ve gülüşüyle çocukta huzur ve mutluluk yaratır. Bebeğin cevabı ise gülüşü ve çıkardığı seslerdir. Anne-bebek arasındaki bu diyalog, sevginin devamlı olması ile sürer gider. Sevginin sürekliliği kadar, en çok bir-iki kişiden gelmesi de önemlidir. Sevgi veren, ilgilenen kişilerin durmadan değişmesi, bebek için güven verici olmaz.

Anne mutlu olmalı

Annenin yavrusuna özenle bakabilmesi, yeterli ilgi ve sıcaklığı göstermesi kendisinin sağlıklı ve mutlu olmasına bağlıdır. Sorunlu bir gebelik veya zor bir doğum geçiren anne, bebeğiyle yeterince ilgilenemeyebilir. Aile üyelerinden birinin hastalığı, kocanın işsizliği, parasal problemler, karı-koca arasındaki geçimsizlik vb. anneyi etkileyebilir. Ya da bebeğe bağlı sorunlar, erken doğum, sakat doğum gibi olaylar annenin daha özverili olmasını gerektirmektedir.

Yeterli bir segiyle büyümemiş bir anne, çocuğuna da doğal olarak yeterli sevgi verememektedir. Ayrıca annenin çocuk yetiştirebilecek yaş ve olgunlukta olması da önemlidir.

Bu dönemde iki değişik anne tutumundan bahsetmek mümkündür;

Anne aşırı verici, bebeğine çok düşkündür. Aynı zamanda da yeterince bakamadığı, beceremediği düşüncesiyle endişelidir. Çocuğun her ağlayışında ne yapacağını şaşırır. Her an soluğunu dinler. Kucağından indirmez. Sallar, olur olmaz besler. En ufak bir şeyde hastalandığını sanıp doktorlara götürür. Bebek annenin bu tutumunu sezip tepki gösterir.

Diğer bir tutumda ise anne çocuğuyla duygusal yaklaşımda bulunmaz. Bebeğin bakımı ona ağır bir yük gibi gelir. Onunla konuşmayı, gülüşmeyi gereksiz görür. Çocuğun kakasından, kusmuğundan iğrenir. Hareketleri soğuk, adeta kurgulu gibidir. Bebeğin, bütün zamanını aldığından yakınır. Bu tutum içinde olan annelerin bebekleri de bu gerginliği hisseder, hırçınlaşır, tepki gösterir. Pek çok annenin tutumu da bu iki tutum arasında yer alır. Şunu hatırlatmak gerekir, annenin yaşadığı geçici bunalım ve sıkıntılar çocuğu etkilemez. Burada sözü edilen sürekli tutumlardır. Anne, sıkıntılarına rağmen çocuğunun tadını çıkarabiliyor, mutlu olabiliyorsa, gerçekten iyi bir anne örneği sergiliyor demektir.

Anne ile bebeğin arasındaki ilişkinin niteliği kadar, sürekliliği de çok önemlidir. İlk bir yıl içersinde annenin uzun süreli ayrılığı, çocuğu ruhsal yönden etkilemektedir. İlk üç yaşta çocuk, annesinin ayrılığına birkaç hafta dayanabilir. Bebeklik çağında bu ayrılığın bir haftayı geçmemesi gerekir. Dört, beş yaş çocukları tanıdık bir kimse yanında anne ayrılığına bir-iki ay süreyle katlanabilirler. Ancak anne ile ilişkinin niteliğine, annenin yerine geçecek olan kişiye bağlı olarak çocuğun tepkisi çok farklı olabilir. Yedi-sekiz yaşlarından sonra, çok sarsıcı, etkileyici bir olay olmadıkça bir yıl ayrı kalabilmektedir. Ondört-onbeş yaşlarından sonra kalıcı iz bırakmaz.

İlk tepkiler

Anne ayrılığına çocuk ağlamayla tepki gösterir. Hırçınlaşır, huysuzlanır. Çocuklarından bir süre ayrı kalan anne, babalar dönüşlerinde, kendilerine yabancı gibi davrandığını, tepkisiz kaldığını görürler. Çocuk sanki onları unutmuş gibi davranır. Bir süre sonra ise, onlara sokulur. Sanki tekrar anne, babası gidecekmiş gibi korkar. Hiç yanlarından ayrılmak istemez. Geceleri bile beraber yatmak ister. Anne-babasına düşkünlüğü iyice artar. Annenin hastaneye yatması ve başka zorunlu nedenlerle, altıncı aydan sonra olan anne-çocuk ayrılığında, çocukta ağır etkilenmeler ortaya çıkmaktadır. Bebekte huzursuzluk, sürekli ağlamalar başlar. Yemekten içmekten kesilir. Uykusuzluk, kusmalar olur. Canlı, neşeli çocuk gider, hasta bir görünüm gelir. Bebeğin gelişimi yavaşlar. Bu ayrılık bir, iki ayı geçerse, bebekte çevreye ilgisizlik, inlemeler başlar. Çevreye donuk bakar.Bu etkilenme bebeklik depresyonu olarak isimlendirilir. Çocuk, önce annenin gidişini tepkiyle karşılar, sonra yasını tutar. İçine kapanmaya başlar. Eğer annenin yerini tutan kişi yabancı değilse daha hafif geçirir. Anne ilk üç ayda geri dönerse, bebek eski durumuna, canlılığına kavuşur. Üç aydan uzun süren ayrılıklarda kendini toparlaması çok güç olur.

Anne yoksunluğu, annenin ölmesi, boşanmalar ve tamamen terkedilmiş çocukları içermekle birlikte, sevgi ve ilginin yoksunluğunu da anlatmaktadır. Var ama aslında yok olan anneler...

Doğumdan kısa bir süre sonra, çeşitli nedenlerle anneden ayrılıp yuvalara yerleştirilen bebeklerde çeşitli gelişim bozuklukları ortaya çıkmaktadır. Boyları ve ağırlıkları yaşıtlarına göre geri kalır. Sık hastalanırlar. Hastalıkları ağır geçer, ölüm oranı yüksektir. Çevreye ilgisiz olmakta, ilgi ve uyarmaya geç tepki vermektedirler. Baş sallama, baş vurma, yerinde sallanma vardır. Çevreye boş bakışlarla bakarlar. Geç yürür, geç konuşurlar. Tuvalet eğitimleri de geç kalır.

Doğumdan kısa bir süre sonra anneden ayrılıp yuvalara yerleştirilen bebeklerde görülen bedensel ve zihinsel gelişme geriliği ile sık hastalık ve yüksek bebek ölüm oranı gibi sorunların tümüne, Yuva Hastalığı veya Kurum Hastalığı (hospitalizm) adı verilir. Yatılı yuvalardaki ilgi, uyarma ve sevgi yetersizliği buna yol açmaktadır. Kısacası, anne yoksunluğudur. Çünkü bebeğin en önemli ihtiyaçları olan ilgilenme, kucağa alma, sevme, okşama, konuşup gülme yeterince sağlanamamakta, sonuç olarak da olumsuz etkilenmektedir.

Yuvalarda yetişip de daha sonraki yıllarda izlenen çocuklarda ilk görülen davranış, çevreyi genel umursamazlık, ilgisizliktir. Kolay arkadaşlık kuramaz, çekingendirler. Düşünme ve kavramaları zayıftır. Zekaları donuk, duygusal tepkileri de künttür. Kuşkulu, saldırgan olurlar. Çalma, okuldan kaçma gibi davranış bozuklukları sık görülür.

Depresyon ve anne ölümü

Depresyon adı verilen ruhsal çöküklük ve intihar eğilimi gösteren kimselerde, beş yaşından önce anne ölümü yüksek oranda bulunmuştur.

Bebek için önemli olan, anne ya da onun yerini tutan bir kimseyle sıcak ve sürekli bir ilişki içinde olmaktır.

Özellikle ilk yıllarda, annenin sağladığı bakım ve sevgi çok önemlidir. Bu açığı sonradan kapatmak çok zordur. Yuvalardan alınıp evlat edinilen çocuklarda bu durum açık bir şekilde görülmektedir.

Doğumdan birkaç hafta sonra yuvaya yerleştirilen çocuklarla, bir yaşından sonra yerleştirilen çocuklar karşılaştırıldığında, bir yıl anne-baba yanında olanların daha uyumlu olduğu görülmüştür.

Anne yoksunluğu ne kadar erken başlar ve uzun sürerse, davranış bozuklukları ve ruhsal dengesizlikler o oranda çok olmaktadır.

Kimsesiz çocuklar için çözüm, yuvalardan çok, koruyucu aileler olmalıdır.

Yazarın Tüm Yazıları