Damar sertliğinde bir başka etken; homosistein

DAMAR sertliği, kalp krizi gibi konulardan bahsedildiğinde, suçlu olarak aklımıza hemen kolesterol gelir.

Oysa bu olayda suçlu tek değil, bir suç örgütü, çete olarak hareket ediyor. Bunların arasında sigara içmek, kontrolsüz şeker ve yüksek tansiyon hastası olmak gibi faktörler de yer alıyor. Oysa bazı hastalarda bunların hiçbiri olmadığı halde ciddi ölçeklerde damar hasarları görülebiliyor.

Bu kişilerde yapılan çalışmaların sonucunda, kükürt içeren bir aminoasit olan homosistein'in kandaki düzeylerinin yüksek olmasının damar sertliği riskini artırdığı görüldü. Yapılan çalışmalarda, kandaki homosistein düzeyinin 10'un altında olduğu hallerde ek bir risk söz konusu değilken, 14'ün üzerine çıktığında riskin yüzde 700 daha fazla olduğu görüldü. Homosistein yüksekliğine bir de sigara içimi eklendiğinde riski iki kat daha artığı, yani yüzde 700'lük grupta 1400'e çıktığı, bunlara yüksek tansiyonun eklenmesiyle riskin yüzde 3500 civarına kadar yükseldiği belirlenmiştir.

HOMOSİSTEİN NASIL ETKİLER?

Ağırlığı kalıtım olan çeşitli etkenler, kandaki homosistein düzeyinin yükselmesine neden olur. Yükselmiş homosistein, zararlı kolesterol olarak da bilinen LDL'nin damar çeperlerinde birikmesine yol açar. Daha sonra bağ dokusu ve kalsiyumun oturmasıyla damar sertliği plakları oluşur.

Homosistein bir yandan da damar çeperlerini tahriş ederek tıkayıcı türde bağ dokusu oluşumuna yol açar. Ayrıca oksijen yakımı sonucu oluşan serbest radikaller de damar sertliği plaklarında ilerleyici hasarları başlatıcı rol oynar.

TEDAVİ VE KORUNMA

Homosisteinin kandaki normal düzeyi kadınlarda 6-10 mikromol/L, erkeklerde ise 8-12 arasında olmalıdır.

Damar sertliği riskinin, kandaki homosistein düzeyinin artışına bağlı olarak süratle arttığını yukarıda da belirtmiştim. Bu yöndeki genel kanı, kandaki düzeyin 14'ün üzerine çıkması halinde riskin çok arttığı şeklindedir. Yapılan birçok araştırma bunu doğrular şekilde sonuç vermiştir. Damar sertliği oluşumunda homosisteinin bu denli etki etmesinin belirlenmesi, önleyici ve tedavi edici yönde yoğun çalışmaların yapılmasına da neden oldu. Bol miktarda sebze, meyve ve salata yenilmesinin korunmada önemli yararı var. Özellikle marul ve ıspanak gibi yeşil yapraklı bitkilerin bol yenilmesinin koruyucu etkisi büyük. Ancak pişirme sırasında bunların içindeki B6, B12 ve folik asit gibi vitaminler düşebiliyor. Bu nedenle salata şeklinde çiğ olarak yenilmesi daha önemli. Bu vitaminleri ilaç olarak da kullanmak mümkün. Özellikle kandaki homosistein düzeyinin çok yüksek olduğu hallerde bunlar tedavi amaçlı olarak da kullanılabilir.

Görüldüğü gibi sebzeler, meyveler, salatalar gibi bitkisel ürünlerle beslenmek için bir gerekçe daha doğdu. Bilim adamlarının yıllardır söylediği bu beslenme şekline daha titizlikle uymakta yarar var.
Yazarın Tüm Yazıları