Paylaş
Benim yazarken bile içim titriyor, sizler de bu tür haberleri duymaktan, okumaktan bıktınız, usandınız. Ülke olarak her birimiz bu tür vahşet olaylarını şiddetle kınıyoruz ama daha fazlası elimizden gelmiyor. Gördüğünüz gibi şiddet şiddeti adeta çağırıyor.
Bu konuda pek çok yazı yazdım, konuşmalar ve öneriler yaptım, her seferinde bu son olsun dedim içimden, ancak daha beteri oldu ve daha 1-2 hafta önce çocuk yaşta bir kızımız yine vahşice öldürüldü. Bunları yapan erkekleri bir canavar haline getiren en önemli duygu güvensizlik ve umutsuzluktur. Kendinden ve yarınlarından hiç umudu olmayan, hayata çok öfkeli, kendinden tiksinen erkekler zamanla bir canavar haline dönüşebiliyor. Tutunmaya çalıştıkları tek dal olan o kadın da onu istemeyince içlerindeki bütün öfkeyi o masum kadına yönlendiriyorlar.
İşin kötüsü saf ve masum insanlar adım adım yaklaşmakta olan tehlikeyi hemen fark etmezler çünkü onlar, tıpkı çocuklar gibi kötülüğü hemen tanımazlar. Durumun vahametini fark ettiklerinde ise devletimiz onları koruyamıyor. Kadınların sesine adalet mekanizması yeterli cevabı veremiyor. Kadınlarımız ölmeden önce yargıya başvursalar da imdat çığlıklarını kimseye duyuramıyorlar.
SILA KURTULABİLİRDİ
Sıla Şentürk henüz 16 yaşında bir ergen. Aile çaresiz. Geçim derdiyle her biri bir yerde çalışıyor ve hasta babaanneye bakmak da Sıla’ya düşüyor. Devlet durumdan haberdar, hatta Sıla’yı bir süre misafir ediyorlar. Eğer dikkatli çalışan bir kadın koruma merkezimiz olsaydı, o merkezde görevli psikologlarımız durumu zamanında değerlendirebilseydi, o caninin bu kızı bir gün mutlaka öldüreceğini ilk görüşmede fark eder, o ergen kızı uyarır ve duruma el koyarlardı.
Benim önerdiğim kadın koruma merkezlerini 81 ilimizin her birine kurmak o kadar da zor olmasa gerek. Ülkemizde bu konuda hizmet verebilecek pek çok psikoloğumuz var. Bu tür başvuruları mutlaka bir psikiyatrist ve psikologlardan oluşan gruplar değerlendirmeli ve yargıya yapılan başvurular bu kanallardan geçmeli. Bu hasta adamlar bir an önce teşhis edilip tecrit edilmeli. Ve Türk adaleti bu duruma tez elden müdahale etmeli. Kadınlardan gelen şikâyetler ciddiye alınmalı ve o adamlar asla ortalığa salıverilmemeli. Sadece verilen cezaların ağırlaştırılması ne bu canileri durdurur ne de kaybettiğimiz kadınlarımızı geri getirir. Önemli olan zamanında gerekli önlemlerin alınmasıdır.
YARDIM GEREKİYOR
Ayrıca kadınlarımızı gözünü kırpmadan vahşice öldüren bu hasta adamların da tedaviye çok ihtiyacı var. Bu adamlara hasta derken akıl hastalığı var demek istemiyorum. Sanırım çoğu bunu bile isteye yapıyor ama unutmayalım ki kimse katil olup ömrünü cezaevlerinde geçirmek istemez. Demek ki zamanla birer canavara dönüşen, suç makinası haline gelen bu adamların da yardıma ihtiyacı var. Bu adamların pek çoğu sağlıksız aile ortamlarında yetişiyor. Onları da topluma kazandırmaya çalışmalıyız, aksi halde bugün olmazsa yarın, o kadın olmazsa bu kadın bu kişilerin hayata ve kendilerine duydukları öfkenin kurbanı olacak.
MUTLULUĞU EN ÇOK HAK EDEN MUTSUZLAR
Kırmızı Oda’ma girdiğinde ilk gözüme çarpan şey gözlerindeki hüzündü. Siyah kıvırcık saçlarını eliyle şöyle bir düzelttikten sonra hemen başladı anlatmaya...
- Yazdığınız tüm kitapları, yazıları adeta yuttum, oralarda bana da bir umut ışığı var mı diye arandım durdum. Sonunda bu işi sizinle konuşmaya karar verdim. Ben mutlu olmayı istiyorum hocam, bunun için ne çok çalıştım, nasıl gayret ettim bir bilseniz. Üniversiteyi bitirdiğim yıl oh dedim, oldu bu iş, nihayet başardım, meğer okumak da yetmiyormuş mutlu olabilmek için. Şimdi öyle mutsuz ve çaresiz hissediyorum ki kendimi.
TEK ODADA MUTLUYDUK
- Şu işi baştan anlatsana Güngör.
- Hocam, benim hikâyem uzun. Olabildiğince özet geçeyim bari. Ben bu ülkenin güneyinde yaşayan çok fakir bir ailenin üç çocuğundan biriyim. Evimizi babam kendi eliyle, güneşte bol bol ter dökerek yaptı. Tek göz odalı, küçük bir kulübede doğdum yani. Babam bazen pazarda hamallık yaparak, bazen de haşlanmış mısır satarak büyüttü bizi. Geçim derdi zordu. Annem de ona destek olabilmek için tarlaya gündeliğe gider, bağladığı maydanoz başına yevmiye alırdı. Canım annem, ne kazanırsa bizim okul masraflarımıza harcardı. O tek odamız gece yatak odası haline gelir, gündüz yataklar kalkar oturma ve yemek odası olurdu. Zaten yazın sıcakta evimize de giremez, bahçede ağaçların altında oturur, derslerimizi, altımızdaki minderler, kucağımızda kitaplarla oralarda çalışırdık. Beş kişi tek bir odada mutluyduk.
- Anlattıklarını kafamda hayal etmeye çalışıyorum. Tıpkı masallardaki gibi... Yoksulluk ve mutluluk bir arada. Biz ona mutluluk diyemiyoruz ama huzur diyebiliriz.
- Çocukluk bitip de sıra ergenliğe gelince işler değişti. Göğüslerim belli olmasın diye kambur yürür, bir köşeye sıkıştırmasınlar diye çok korkar, sanki her an biri beni yakalayıverecek diye sağa sola bakarak koşardım. Yine de tacizlerden kurtuldun mu derseniz, kurtulamadım. İşte o zaman ne mutluluk kaldı, ne bir şey.
KORUMA VE KORKU
- Köy yerinde farklı oluyor galiba durumlar.
- Bizim oralarda aile içi taciz çok olur. Aile dedimse, bizde aileler hep çok geniştir. Yakın akrabalarımızla hep bir arada yaşarız. Ne kadar kaçsanız da, bu tacizlerden pek kurtulamaz ve âdet olduğu üzere bunlara sessiz kalırsınız. Aileler, içinde yaşadığınız koşullar nedeniyle sizi koruyamazlar çünkü hepsi akşama kadar, o sıcağın altında çalışıyor. Çocuklar ve gençlerin başında sadece hasta dedeler ve nineler kalır. Zaten kimse de sizin konuşmanızı, yeni bir sorun çıkarmanızı istemez. Onların derdi başlarından aşmış. Sizin hep uyanık ve korkak olmanız gerek. Korkacaksınız ki kendinizi koruyabilesiniz.
- Gerçekten de kendimizi korumayı korku duygusu öğretir bize. Güngör bir yandan bu korkuyu diğer yandan da ülkemizde kanayan yaramız haline gelen cinsel tacizi tüm gerçekliğiyle anlatıyor.
SADECE BEN BAŞARDIM
- İşte böyle bir ortamda büyüdüm ben. Toros dağlarını izlerken benim hayatım burayla sınırlı kalmamalı derdim hep. Mutluluk bu dağların ardındaydı. O dağları aşıp okumalıydım ben. O şartlarda artık ne kadar çalıştıysam seksen kuzenim arasında üniversiteyi kazanmayı bir tek ben başardım. Hem de İstanbul’u.
- Bravo Güngör, büyük başarı gerçekten. Kursa filan gidemedin galiba.
- Ne kursu hocam, okul bulduğuna şükret.
- Daha önce köyden hiç çıkmış mıydın? İstanbul’a gelişin nasıl oldu?
- Benim dünyam o zamana kadar bir göz evimiz, bağlar, bahçeler ve her yerden görünen haşmetli Toros dağları, bir de bucak bucak kaçtığım oğlanlardı... Bir de hayallerim vardı, mutlu olma hayallerim. İstanbul’a gelince nereye bakacağımı şaşırdım. En çok da yol boyu gördüğüm evlerden etkilendim.
MEMLEKETİN GERÇEKLERİ
- Neydi o evlerin özelliği?
Sadece resim derslerinde olduğunu düşündüğüm çatılı evleri görünce çok etkilendim. Şaşkınlığımı anlatamam size. Sanki hayal bile edemediğim bir rüyanın içine girmiştim. Neye baksam gözlerim parlıyor, herkese çok normal, çok tanıdık gelen şeyler beni hayrete düşürüyordu ama korkma dedim kendime. İstanbul’u görünce nasıl hırslandım anlatamam size.
- Masal dinler gibi dinliyorum onu. Bunlar önce gerçek gibi gelmiyor insana ama yıllar içinde bütün bunların benim memleketimin gerçekleri olduğunu anladım artık. Kitaplarda okuduklarımız, televizyonlarda izlediğimiz filmler, diziler, belgeseller çok başka dünyaların, başka hayatların kapılarını aralıyor bize. Bir de psikiyatriye gelen danışanlar tanıtıyor bize hayatı.
- Hocam bizim köy, İstanbul’dan çok farklıymış. Bizim oralarda sizi tüm sülalenizden sorumlu tutarlar. Eğer ailenizin namı kötüyse, soya çeker diye sizi damgalarlar. Hani siz yazılarınızda coğrafya kaderdir diyorsunuz ya, tam da öyle işte. Soyunuzda hapse düşen, adam vuran, hırsızlık yapan, çalan çırpan ya da adı çıkan biri varsa yandınız. Tövbe bir daha kapınızı çalan olmaz. Ama şehirlerde öyle değil, kim kime, dum duma...
- Ne güzel bir tabir. Kim kime dum duma... Böyle olması daha mı güzel yoksa geçmişimizin bilinmesinin faydalı yanları da var mı? Düşünelim bakalım.
AVRUPA’YA DA GİTTİM
- Burs almayı da başardım, çok şükür aileme yük olmadan son sınıfa kadar geldim. Son sınıfı Avrupa’da okumak gibi bir hayalim vardı, sonunda bunu da başardım.
- Gerçekten mi? Yani İstanbul’dan sonra bir de Avrupa vardı hayallerinde. Harikasın Güngör.
- Şimdi anlatacaklarıma güleceksiniz. Okul tamam ama oraya gidecek para yok. Ben de bütün arkadaşlarımdan yirmişer lira istedim ve hepsi de verdi. O paralarla uçak biletimi aldım ve cebimde beş parasız kendimi Londra’daki okul yurduna attım. O zamanlar ben işte böyle biriydim hocam. Sorun varsa mutlaka bir çözümü de vardı.
- Sen işe kararlı başlamışsın Güngör ve önüne çıkan her engeli yılmadan atlamanın bir yolunu bulmuşsun. Tebrik ediyorum seni. Bunlar küçümsenecek şeyler değil. Çok büyük başarılar hepsi.
O DA HER ERKEK GİBİ...
- O zamanlar ben de bunun değerini biliyordum oysa şimdi neredeyse her akşam çaresizlik içinde kıvranıyorum. Çünkü evlendim. İki yaşında bir de kızım var. Her erkek gibi o da bana kendini farklı gösterdi.
- Erkekler mi farklı gösteriyor kendini yoksa biz onları olmadıkları biri gibi mi görmeye çalışıyoruz? Kader motifimiz devreye girip geçmişteki yaraların bizi götürdüğü yere mi gidiyoruz? Sonra da onları kafamızdaki şablona oturtmaya çalışıyor olabilir miyiz?
Bir an duruyor. Söylediklerimi anladı bence ama bundan hiç hoşlanmadı.
- Ama hocam arkadaşlarımda da görüyorum bunu. Baştan seni çok seviyor gibi yapıyorlar, bir an bile yanından ayrılmıyorlar, evlenince bunların hepsi bitiyor. Ne sevgi kalıyor, ne aşk, ne de değeriniz... Zaten çok stresli ve çok yoğun çalışmak gereken bir sektördeyim. Üzerimizde öyle bir hedef baskısı var ki, kendimizi başarılı hissetmeniz neredeyse imkânsız. Eşim serbest çalışıyor. Eve benden önce gelir ve ağzını bıçak açmaz. İki laf edelim desem hemen kızar, ardından da bana küser ve başlar içmeye. Kafasında neler kuruyorsa artık, ben onları bir türlü çözemedim gitti. Kendimi bir seks objesi gibi hissettiriyor bana. Tıpkı çocukluğumda kaçmaya çalışsam da kaçamadığım zamanlar gibi. O hep kırgın, hep küs, bense hep mutsuz ve çaresiz. Sadece kocamı mutlu etmeye, küstürmemeye çalışan bir kadın oldum. Her kadın gibi evliliğime sahip çıkmaya çalışıyorum çünkü benim bir çocuğum var ama ne yapsam olmuyor. Çoğu kadın gibi gece eşimle küs kalmamak adına görev edindiğim şeyleri yaptıkça kendimden biraz daha uzaklaşıyorum. Ruhumla birlikte kadınlığım da öldü galiba.
KONUŞMADAN OTURUR
- Bunları anlatırken bir yandan benden utanıyor, bir yandan da gözlerinin dolduğunu bana göstermemeye çalışıyor.
Duygularını dile getirmekten utanma Güngör. Duygularımız ne hissedeceğini bize sormaz. Onlar bizden bağımsız olarak zihnimizde ve gönlümüzde var olurlar.
- Ama hocam benimle evlenmek için bir zamanlar neler yaptı bu adam. Tek hedefi beni mutlu edebilmekti. Bense hiç hesapsız evlendim onunla. Ne parası, ne bir kariyeri, ne de malı mülkü vardı. Ben onu sevmiştim. Onun da böyle hissettiğinden emindim. İnsan bu kadar yanılabilir mi? Evlendikten sonra onu çok destekledim. Şimdi iyi bir iş ve para sahibi oldu. Önceleri her konuda daha üstün olan bendim ve bunu bir kere bile ona hissettirmedim. Ama her şeye çözüm bulan ben, buna bir çözüm bulamadım. Çocuğum var, onun varlığı elimi kolumu bağlıyor. İyi bir baba mı derseniz, o da yok. Hiç ilgilenmez çocuğuyla. Bir elinde telefon, diğerinde televizyon kumandası, yatana kadar o koltukta hiç konuşmadan oturur.
KADER MOTİFİ PEŞİNDE
- Belki de hayatında ilk kez başarısız olmuşsun. Kendinden umudunu kestin mi yoksa?
- Ömür boyu mutsuz mu olacağım ben?
- Böyle devam edersen, evet.
- Evet mi? Nasıl yani?
- Kendinden umudu kesmişsin, bugüne kadar hayatla göze göz, dişe diş mücadele eden o cengaver kız gitmiş, yerine köydeki o korkak, nereye kaçağını bilmeyen o çaresiz kız gelmiş. Eskiden bir hedefin, pek çok da hayallerin varmış. Şimdi nerede onlar? İşinde de evliliğinde de yok bunlar. Bunları unutturdular mı sana? O köyde kurduğun hayalleri bilenler o zamanlar ne diyordu sana?
- Bana mı? Hepsi gülüyordu. Kimse inanmıyordu bana. Annem babam bile.
- Şimdi de onların yerine sen geçmiş, onların gözüyle bakıyorsun kendine. Hem kendine inanmıyor, hem de kendini değil, bir başkasını mutlu etmeye çalışıyorsun. Sanki tek hedefin buymuş gibi. Neden?
- Evliliğimi kurtarmak için.
- Kurtarabildin mi bari?
- Yok, olmadı. Hadi ben neyse de, kocam da mutlu değil.
- Ağzından çıkan kelimelere dikkat et Güngör. Hadi ben neyse... Böyle dedin. Kader motifi düşmüş peşine. Çocukluğunda alışkın olduğun duyguları yaşatıyor sana. O çaresiz kız geri gelmiş. Hem de senin kadar cesur ve başarılı birine gelebilmiş. Sen de buna izin vermişsin. Üzülme, sadece sen değil, hiç fark etmeden hepimiz yaparız bunu. Önemli olan bir an önce kendimize ne yaptığımızı fark edebilmek. Asıl savaş şimdi başlıyor. Sen mutluluğu en çok hak edenlerdensin. Önce bunu yaz kafana. Hedefe artık mutluluğu koy ama senin gibi biri hayatta başarılı olamazsa mutlu da olamaz. Önce işinden başla değiştirmeye. Sonra kendi gözlerinle baktığında hayatında değiştirilmesi gereken neler var, sor kendine. Çocuğunu bahane etme. Mutsuz bir anneyle büyüyen çocuklar da mutsuz olur. Önce o çocuğun annesini mutlu etmeye bak. Belki o mutlu kadın evliliğini de kurtarabilir. Ne dersin?
EN BÜYÜK ÖDÜL GÖZDEKİ PIRILTI
O gün, bu sayfaya sığmayacak kadar çok şey konuştuk Güngör’le. Bazen kendimizi de, hayatımızı da, kendi ellerimizle nasıl sabote edebildiğimizi anlattım ona. Bazen paranın, kariyerin, başarıların bile bizi mutlu etmeye yetmediğini, zamanında zihnimize ağır ağır yerleştirilen karanlıkların kolay aydınlanmadığını, çocuklukta yaşanan tacizlerin ruhumuzda açtığı yaraların kolay kapanmadığını ama isterse geçmişte olduğu gibi yine kazananın Güngör olacağını uzun uzun anlattım.
Odamdan çıkarken gözlerindeki hüzün dağılmış, bana pırıl pırıl bakmaya başlamıştı. O cengaver kızın bakışlarıydı bunlar. Benim için ödüllerin en büyüğü de işte bu gözlerdeki pırıltılar.
Sizler de bana mektuplarınızı drgbudayiciogluiletisim@madalyonklinik.com adresinden gönderebilirsiniz.
Haftaya görüşmek üzere, hoşça kalın, sevgiyle kalın.
Paylaş