Paylaş
Psikiyatrist olunca, hikâyeleri başka türlü dinlemeyi öğreniyor insan. Kızmadan, yargılamadan ama hikâyenin ne zaman ve kimler tarafından açılan yaralarla başladığını, kişiyi neden bu kadar etkilediğini, incittiğini anlamaya çalışarak, kendinizi onun yerine koyarak, her anladığınızı zamanından önce kişiye söylemeden dinlemeyi.
İnsanlar psikiyatriste gelirken asıl sorunlarının ne olduğunu, geçmişte en çok nerelerinden yaralandıklarını bilmez. Kimi hep anlatır, kimi susar. Cevap ne anlatanın anlattığında, ne susanın suskunluğundadır. Gerçekler her zaman bizim gizli geçmişimizde ya da kişisel tarihimizde gizlidir.
Hakikati bulmaya çoğu zaman kişisel tarihimiz de yetmez. Ülkemizin, ailemizin, sülalemizin geçmişte yaşadıkları da etkiler kaderimizi. Anamız, babamız, dedemiz, ninemiz, onların da dedeleri nineleri ne yaşamış, nerede yaşamış, nasıl yaşamış? Başlarına ne gelmiş de ne gelmemiş?
HANGİ COĞRAFYANIN EVLADISINIZ
Bir de içinde yaşadığımız coğrafya vardır. Örneğin soğuk ve karanlık bir ülkede mi dünyaya geldiniz, sıcağı çok suyu az bir yerde mi?
Çorak topraklarla, vahşi bir doğayla mı mücadele etmeniz gerekti? Yoksa toprağı da suyu da bereketli, yazı kışı belli, ilkbaharı sonbaharı renkli Türkiye gibi bir ülkenin çocukları mısınız?
Küçük bir dağ köyü mü memleketiniz, kalabalık bir şehrin göbeğinde mi doğduğunuz ev?
Ailenizin bir zamanlar başına gelen travmatik bir hikâye var mı? Deprem, sel, çığ düşmesi, ölümle sonuçlanan bir silahlı baskın, hiç beklenmeyen bir intihar, kaza ya da göç gibi...
Ailenizde katil olan ya da intihar eden var mı?
Dahası da var. O topraklar size çok çok büyük dedelerinizden, ninelerinizden mi miras kaldı, yoksa siz o topraklara misafir misiniz? O yurt, sizin yurdunuz mu, yoksa siz orada hep bir yabancı gibi mi yaşamak zorunda kaldınız?
Yaşadığınız sürece övüneceğiniz bir tarihiniz var mı? Anlı şanlı bir ülkenin çocukları mısınız? Çok uzak geçmişlerden gelen gelenek görenekleriniz var mı?
Alemlerin Rabbi yüce Tanrı’ya inanıyor musunuz? İnanıyorsanız kitabınız hangisi? Kuran mı, İncil mi, Tevrat mı? Peygamberiniz kim? Hz. Muhammed mi, Hz. İsa mı, Hz. Musa mı?
O kitaplar sizlere ne diyor? Biri “yaşa” biri “sev” derken, Kuran hem “yaşa”, hem “sev”, hem de “oku” mu diyor? Siz gerçekten kutsal kitapların dediğini yapıyor, güzel yaşıyor, güzel seviyor, güzel güzel okuyor musunuz?
Bir inancınız bile mi yok? Bu ölümlü dünyada çok özgür ama bir o kadar da yalnız mısınız?
ZENGİN MİYDİNİZ, YOKSUL MU
Varlıklı bir evde mi, yoksul bir evde mi doğdunuz? O ev, içinde yaşayan insanlar, özellikle de sizi karnında taşıyan, size kan veren, can veren anneniz nasıl biri? Sizi aylarca kucağına alacağı günü mü bekledi, yoksa onun zaten kendine ait bambaşka sorunları vardı da sizi pek istemedi mi? Hatta sizden kurtulmaya uğraştıkça siz inatla hayata tutunup dünyaya gelmeyi başaranlardan mısınız?
O anne zamanında sevilmiş de sevmeyi zaten biliyor mu, yoksa bunu anneniz de mi hiç tatmamış? Zamanında tadına bakamadığı sevgiyi, şefkati, değeri size hiç verememiş, sizi boynu bükük mü bırakmış, yoksa sizi sevmelere doyamamış mı?
Siz o eve gelen kaçıncı çocuksunuz? İlk mi, ortanca mı, en küçük mü? O evde zaten 8-10 tane çocuk var da, siz de sıradakilerden biri misiniz?
Kız mısınız, erkek mi? O toplumda hangisi daha değerli? Bir zamanlar kız doğunca onu hemen canlı canlı toprağa gömen toplumlarda mı dünyaya geldiniz, yoksa bir kızımız olsa diye adak adayan bir ailede mi açtınız gözlerinizi?
Siz doğduğunuz sıralar dünyada savaşlar var mıydı? Korkunun, açlığın, sefaletin kol gezdiği dönemlere mi rastladı sizin doğumunuz? Yoksa siz doğduktan hemen sonra aileniz bir başka yere göç etme telaşında mıydı?
ANNENİZ BABANIZ SAĞ MIYDI
Aile dört gözle sizi beklerken başlarına olmadık bir iş mi geldi? İflas mı ettiler, biri aniden hastalandı ya da öldü mü? Yoksa babanız siz doğmadan sizi terk etti de, siz babasız mı doğdunuz? Terk edip başka çocukların babası mı oldu yoksa dünyayı hepten terk edip dönülmez yerlere mi gitti? Hiç olmazsa biri size dört elle sarılıp bağrına bastı mı?
İlk yedi yılı bu dünyada analı babalı geçirebildiniz mi? Özellikle ilk 1-2 yaşlarınızda anneniz şu ya da bu nedenle sizden bir süreliğine ya da tamamen uzaklaştı mı? Hastalandı da hastaneye mi yattı, babanıza kızıp evi mi terk etti, bir başka ülkeye çalışmaya ya da gezmeye mi gitti? Sahibiniz aniden ortadan kaybolunca siz o zaman ne hissettiniz, bu dünya sizi çok mu korkuttu, hâlâ o korkuları, o güvensizlikleri üzerinizden atamıyor musunuz? Ya da anne babanız boşandı veya biri öldü de siz hayata annesiz ya da babasız mı devam etmek zorunda kaldınız? Ya da anneniz sizi doğururken öldü de, anne yüzü göremeden, sahipsiz mi büyüdünüz?
Herkesin annesi varken annesiz, babası varken babasız büyümek nasıl bir şeydi?
Anne babanız varsa da size anneanne, ya da babaanne mi baktı? Sonra, tam oraya alışmışken, orayı yuva bellemişken, olmadık zamanda sizi oradan çekip alıverdiler mi?
Kardeşiniz ya da kardeşleriniz o evde daha mı çok sevildi, sizden daha mı başarılı oldular?
Ailenizden birileri sizi aşağıladı mı, sizinle alay edip size olmadık isimler mi taktılar? Bunu aileniz yapmasa bile okulda arkadaşlarınızın diline mi düştünüz? Herkes sizden daha güzel ya da yakışıklıyken siz kendinizi hep çirkin mi buldunuz?
AİLENİZ KAVGA EDER MİYDİ
Çocukken hiç dayak yediniz mi? Yediyseniz, annenizin attığı terlikten mi bahsediyorsunuz yoksa hem canınızı hem de içinizi çok mu acıttılar?
İlkokul öğretmeniniz sizi sever ve beğenir miydi? Okulun itibarlı çocuklarından biri miydiniz yoksa diğerleri sizi aralarına almazlar mıydı?
Anne babanız sık sık kavga eder, bu kavgaların sonu bazen de dayakla mı biterdi? O zaman siz neler hisseder, ne yapardınız? İçlerinden birini korumak zorunda kalır mıydınız?
Mutsuz, hayata sitemkâr bir annenin ya da babanın çocuğu olarak mı geldiniz dünyaya? Anneniz size sık sık dertlenir, ağlar mıydı yoksa tam tersi o hep sizinle vakit geçirir, sizi dinler miydi?
Derslerinde başarılı, ödevlerini günü gününe yapan bir öğrenci miydiniz, yoksa çok çalışmasa da iyi notlar alabilen biri mi, yoksa hiç biri mi? Yani aile size fırsat verse de okumadınız mı? Neden bir türlü okuyamadınız? Gerçek nedeni biliyor musunuz? Haylazlık işte, deyip geçmeyin. Bunun altında yatanları sorun kendinize.
Aileniz her yıl sizin doğum gününüzü kutlar, bayram, yılbaşı gibi özel günlerde bir araya gelir miydiniz? Aileniz sizin de o evde yaşadığınızın farkında mıydı?
Ne çok soru sordum değil mi? Ben bile yazarken sıkıldım. İnsanları acaba sorularımla çok mu bunalttım dedim ama inanın bıraksanız daha neler soracağım, neler...
İNSAN OLMAK KOLAY MI?
Hem her şeyi bilecek, anlayacak kadar akıllı olacaksınız, içiniz bir an önce doyurulmak isteyen arzu ve isteklerle dolu olacak, hem de toplu halde yaşamayı sevdiğiniz için bu arzuların çoğunu yok sayacak, bastıracaksınız. Her gün bir yenisi konan kurallara uyacak, o da yetmezmiş gibi vicdanınız en küçük yanlışınızda sizi affetmeyip durup durup vuracak başınıza.
Hem koca bir dünyanın efendisiyim ben diyerek gerine gerine gezecek, diğer canlılara dudak bükecek, burnunuz düşse eğilip almayacak, hem de küçücük imalı bir bakışla bile yüreğiniz paramparça oluverecek.
Vahşisiniz aslında. İçin için hepiniz biliyorsunuz bunu ama topluma çıkınca iki dirhem bir çekirdek, dünyanın en uysal en evcil hayvanı gibi davranacaksınız.
Böyle yazınca, yani insana hayvan deyince, duraksadım. Sahi bizler de o hayvanların bir türü müyüz yoksa yaratılan en kutsal varlıklar mıyız?
Hani biraz önce sordum ya, insan olmak kolay mı diye... Soruları okudukça, bu soruları bir kere de kendinize sordukça, insan olmanın hiç de kolay olmadığını gördünüz mü? Sık sık içinize irili ufaklı hançerlerin saplanıverdiğini hissettiniz mi? Çok mu acıdı içiniz?
Bunlar da yetmezmiş gibi, hem ölümlü olduğunuzu bilecek, hem de hiç ölmeyecekmiş gibi yaşayacak, çalışacak, biriktirecek, daha fazlasını isteyecek, hiçbir şeye doyamadan da gideceksiniz.
KENDİNİZE HOŞGÖRÜ GÖSTERDİNİZ Mİ
Hem korkacak hem de bir şeyleri korka korka yapmadan da duramayacaksınız. Kiminin ayağı taşa değse aklınız çıkacak, kiminin gidip gözünü oyacaksınız. Kimini baş üstünde taşıyacak, kiminin üstüne basıp geçivereceksiniz.
Kimi size iyi diyecek, size bakarken gözlerinin içi gülecek, kimi arkanızdan söylemediğini bırakmayacak.
Olacak o kadar... Sonuçta efendilerin de sorunları, yanlışları olabiliyor demek ki...
Her şeye rağmen kendinizi affettiniz, başkalarına gösterdiğiniz hoşgörüyü kendinize de gösterdiniz mi? (Aman burayı atlamayın. Kendi hoşgörümüze hepimizin öyle çok ihtiyacı var ki...)
Çocukluktan çıkıp biraz aklınız başınıza gelir gibi olduğunda, hep merak edeceksiniz kaderinizi. Nasıl olsa olmaz ama diyerek hayaller kuracaksınız. Kimini kıskanıp, kimine imreneceksiniz. Yıllar sonra kurduğunuz hayallerden daha büyüğünü hayat size verince, bir zamanlar, nasıl olsa olmaz diyerek kurduğunuz hayalleri unutacaksınız. Kavuşunca biten aşklar gibi, hakkını vermeyeceksiniz o hayallerin.
Ya da bütün hayaller hayal olarak kalacak. Herkes vuslata ererken size hasret düşecek.
Aşkın, tutkunun her çeşidi dönecek nefrete. Bir yandan kendinize kızacaksınız, bir yandan size hep haksızlık eden, herkese açtığı kapıları bir türlü size açmayan, kıymetinizi bir türlü anlamayan dünyaya. Öbür tarafa giderken bir gözünüz kapalı da olsa biri mutlaka açık gidecek.
KADERİMİZ DOĞDUĞUMUZ EVLERDE YAZILIR
Şimdi gelelim size yazının başında sorduğum sorulara.
Çocukken çok merak ettiğiniz kaderiniz aslında o sorulara verdiğiniz cevaplarda gizli.
Doğduğunuz evde sizi kucağına alanların gözlerindeki bakışta gizli.
Yaşadığınız toprakların, kenarında dolaştığınız nehirlerin, göllerin, denizlerin dalgasında gizli.
İştahla yediğiniz ya da yemeye çekindiğiniz o ekmeğin burnunuza gelen kokusunda, o ekmeği size veren elin şefkatinde, merhametinde ya da merhametsizliğinde gizli.
Yaşadığımız ülke insanlarının kalplerindeki mühürlerde, yasalarda, kurallarda, ayıplarda, günahlarda, yaşadığımız çağın alışkanlıklarında, bizlere getirdiği yeniliklerde gizli.
Yoksulun çocukları kulübesinde aç yatarken, derde deva, hastaya şifa bulamazken, zenginin attığı çöpte gizli.
Kimi en iyi kolejlerde okurken, dağ başında okula ıssız yolları aşarak giden çocuğun yarısı yırtık ayakkabısında gizli. Ancak... Hayat o kapıları hangisine açacak derseniz, o da kırılan ya da kırılmayan umutlarda gizli.
En çok da o çocukları dünyaya getiren ana babaların gözlerindeki bakışlarda gizli...
Kaderimiz hep bir yerlerde gizli ama sandığımız kadar uzakta değil, gözümüzün önünde, kişisel tarihimizde, geçmişimizde gizli.
Kaderimiz aslında doğduğumuz evlerde yazılır. Önce o evler, sonra da içine girmeye çalıştığımız toplum yaralar bizi. O yaralarla büyür, sonunda o yaraların bizi götürdüğü yere gideriz.
İşte çocukken alınan o kalp yaraları kimimizi abad eder, kimimizi de berbat.
Marifet kaderimiz güzel olmasa da, hayatın bize kapattığı kapılara yeni bir anahtar uydurabilmekte...
Haftaya görüşmek üzere,
Hoşça kalın,
Sevgiyle kalın.
Paylaş