Paylaş
SEVGİLİ okurlarım,
Bu büyük depremde pek çok çocuğumuz tüm ailesini kaybetti ve sahipsiz kaldı. Pek çok çocuğumuzun da ona sahip çıkacak bir yakını olup olmadığı henüz bilinmiyor. Kiminin adı bile yok... Her biri devlet korumasına alınsa da, bu çocuklar bir aileleri olmadan büyüyecekler. Bu çocukların en iyi şekilde yetişebilmeleri, topluma faydalı, mutlu, huzurlu birer yetişkin haline gelebilmeleri için önce o çocukları anlamamız, nasıl hissettikleri konusunda onlarla iyi empati yapabilmemiz gerekir. Onların tam olarak neye ihtiyacı olduğunu ancak bu yolla anlayabiliriz.
Hepinizin bildiği gibi insan yavrusu kendi başına hayatta kalamaz, ona bakıp büyütecek bir sahip gerekir. İşte bu nedenle bebek doğduğu anda sahibini arar, ona bağlanır ve sadece onun yanındayken kendini güvende hisseder. Doğduğu anda onu kucağına alan, ihtiyaçlarını karşılayan, onu sevgiyle sarıp sarmalayan kişi kimse, onu sahibi kabul eder ve bir daha ondan ayrı kalmak istemez. Sahibi ondan uzaklaştığı anda bebekte huzursuzluk ve huysuzluk başlar. Kendini en çok, annesinin memesini emerken, anne kokusunu içine çekerken güvende hisseder.
Zamanla, annesi ondan uzaklaşsa bile onun geri geleceğini öğrenir ve hasretle onu bekler. Anne, alışkın olduğu zamanda gelmezse bebekte yine bir huzursuzluk başlar ve anne geri gelene kadar bu huzursuzluk ve güven kaybı devam eder.
ONLAR İÇİN ANNE YAŞAM AĞACIDIR
Bebekler büyüdükçe ve anneye duydukları güven arttıkça ondan ayrı kalabildikleri süre de artar ancak anne geri gelmezse ne olur?
Çocuk ruhunda anne ya da anne yerine geçen kişi onun yaşam ağacıdır ve eğer o yoksa hayatta kalamayacağı şeklinde bir korkuya kapılır. Birileri onları yedirse, içirse, altlarını değiştirse bile kendilerini çok yalnız ve güvensiz hissederler. Hani bir uçurumun kenarında durursunuz, ayağınız yere sağlam bassa bile her an oradan aşağı yuvarlanabileceğiniz şeklinde bir korku gelir ya size, bebekler ve çocuklar da eğer anne yoksa buna benzer bir duygu hissederler. Bu korku da onları huzursuz, huysuz ve hasta yapar.
Beden sağlıkları hemen bozulur, iştah azalır, ateş yükselir, ishal, kusma gibi belirtiler başlar. Bebek hızla kilo kaybeder ve hayata tutunma güçleri hızla azalır. Yapılan araştırmalar, bu bebeklerin büyümelerinin bile durduğunu, boylarının yaşıtlarından kısa kaldığını gösteriyor.
Bütün bunlar bebek ya da çocuk ne kadar küçükse ve annenin geri gelişi ne kadar uzarsa o kadar fazla olur. Eğer anne geri dönerse bir süre sonra yavaş yavaş bütün bunlar düzelir. Ancak anne bir daha geri gelmezse, annesizliğin acısı çocuğun tüm hücrelerine işler. Bu bebeklerin bazıları, annesizliğe bağlı olarak ortaya çıkan bedensel hastalıklar nedeniyle ölür, geri kalanlar düşük bağışıklık sistemiyle hayatlarına devam eder.
Annesizliğin en büyük tahribatı ruhsal yapıda olur. Terk edilişin izleri ruh dünyasına damgasını vurur ve bu damga bir daha kolay kolay silinmez. Bu çocuklar yetişkin biri olduklarında bile terk edilmekten ölesiye korkarlar çünkü bir zamanlar anneleri tarafından terk edildiklerinde kendilerini uçurumun başında, her an ölümle burun buruna hissettiler.
Daha sonraki yaşlarında, eğer kaybettikleri anne yerine yine onları çok seven, şefkatli, hep güven veren, onları hiç terk etmeyeceğinden emin oldukları yeni bir anne hayatlarına girerse, zihinlerindeki terk edilme korkusu ve güvensizlik de zamanla azalır.
HEP ANNESİNİ ARADI GÖZLERİ
Şimdi, buradan başlayarak depremde sahipsiz kalan çocuklarımızın durumuna hep birlikte göz atalım. Bu çocuklar bir süre enkaz altında kaldı, tarifi çok zor bir korku yaşadılar. Ardından birileri onları o karanlıktan ve çektikleri acıdan kurtardı. Büyük kalabalıklara şaşkınlıkla baktılar. Hiç tanımadıkları, çok yabancı kalabalıklar onlara gülüyor, onlara yoğun ilgi gösteriyordu. Sanırım içlerini bir sevinç kapladı. Onlara bakan gözlerde sevgiyi, merhameti, şefkati, sevinci gördüler. Çocuklar hemen her türlü duyguyu bizim yüzümüzden okur ve hisseder. O coşku eminim içlerindeki o büyük korkuya ilaç gibi geldi.
Sonra ambulansa bindirilip hastaneye gönderildiler. Orada yine hiç tanımadıkları ablalar onları sevdi, okşadı, gözlerinin içine gülerek ve sevgiyle baktı. Sonra ambulans durdu, yine hiç tanımadıkları insanlar onları aceleyle alıp hastanede bir yatağa yatırdı. Sonra başka birileri geldi, onları soydu, muayene etti, kollarını acıtarak serumlar takıldı, belki biri ona su içirdi, belki tetkik için bir başka odaya götürüldü, başka bir yatağa yatırıldı, bazı aletlerin içine girdi çıktı.
Sonunda yine başka birileri onu bir yatağa yatırdı ve sonra gittiler çünkü bakmak zorunda oldukları başka hastalar, başka çocuklar geldi. Ortam soğuktu, kalabalıktı ve gürültülüydü. Arada bir yanlarına birileri gelip gitse de o yalnızdı.
İlk günden itibaren hep annesini aradı gözleri ama annesi yoktu. Orası kendi yatağı, kendi battaniyesi, kendi odası değildi. Karanlıklardaki korku gitmişti ama şimdi yavaş yavaş dozu artıp azalarak devam eden başka türlü bir duygu geliyordu, sancı gibi... Yeni gelen bu duyguyu hiç tanımıyor, içinden ağlamak bile gelmiyor, şaşkın gözlerle etrafa bakarken aslında tutunacak bir dal arıyordu.
Bir süre sonra yanına yine ablalar, abiler geldi, onu kucakladıkları gibi bir arabaya bindirdiler. Oradan belki bir başka arabaya, ya da uçağa... O yine etrafa şaşkınlıkla bakarken başka bir yerde, yine başka birileri, onu başka yataklara yatırdı, artık uzun süre kalacakları devlet bakımevleriydi orası. Yanına tanımadığı birileri gelip gitti, kimi ona güldü, kucağına aldı, sevdi, okşadı, kimi onu götürüp yıkadı, soydu, giydirdi, yedirdi, içirdi ve gitti çünkü onun mesai saati bitmişti. Bu sefer bir başkası geldi yanına, sonra o da gitti ve yerini yeni arkadaşına bıraktı.
Etrafta başka çocuklar da vardı, kimi ağlıyor, kimi de tıpkı onun gibi etrafa şaşkın gözlerle bakıyordu. Artık anlamışlardı annelerinin gelmeyeceğini... Son umutları da bitmişti.
Bir durgunluk çökmüştü hepsinin üzerine. Sanki bir anda yüz hatlarıyla birlikte bakışları da değişmişti bu çocukların.
İçlerindeki amansız korku gitmiş, sanki tüm duygularının üstü enkaz yığınlarıyla kaplanmıştı. Kulakları değil ama duyguları sağır olmuştu.
KAYBOLAN UMUTLARI GERİ GELECEK
Belki bir gün bir mucize gerçekleşecek, bir anda kendilerini, onlara sıcacık bakan, sarıp sarmalayan, mıncık mıncık seven, yanlarından hiç ayrılmayan, yanında rahat rahat ağlayabilecekleri, nazlanabilecekleri, gıdıkladıkça gülebilecekleri bir kadın, yepyeni bir anne onları oradan alıp gidecek.
Ve duygularının üzerine çöken enkazlar iyice katılaşmadan yavaş yavaş kalkacak, kaybolan umutlar, en çok ihtiyaç duydukları güven duygusu geri gelecek...
Devlet korumasına alınan çocuklara da bizim kadınlarımız bakıyor. Şefkatli, merhametli sevecen kadınlarımız. Onlara buradan seslenmek istiyorum. Annelerinden, babalarından, belki kardeşlerinden, alışkın oldukları evlerinden kopup oralara gelen çocuklarımızın her birinin kendini ne kadar güvensiz ve yalnız hissettiklerini, çok korktuklarını sakın unutmayın. Lütfen o çocukları giydirirken, yedirip içirirken, yıkarken, altını temizlerken hep onların gözlerine bakın. Sevgiyle, şefkatle ve gözünüzü ondan hiç ayırmadan bakın. Sık sık onlara dokunun, sevin, okşayın, konuşun onlarla. Arada bir gıdıklayın, oynayın, gülün onlara... Gülün ki, o çocuklar gülmeyi sizden öğrensin.
SEVGİYLE KALIN
Haftaya görüşmek üzere hoşça kalın, sevgiyle kalın. Sizler de bana gb@madalyonklinik.com adresinden ulaşabilirsiniz.
Paylaş