Paylaş
SEVGİLİ okuyucularım...
Duygularımız da virüsler kadar bulaşıcıdır. Bunu uzun yıllardır psikiyatrist olarak çalıştığımdan en iyi bilenlerdenim. Mesleğim nedeniyle klinikteki odamda birbirinden çok farklı insanlarla karşılıklı saatlerim geçti. İki ayrı insan, iki farklı enerji demektir. Bu iki farklı enerji birbirini mutlaka etkiler ve birbirinden etkilenir.
Biz insanlar toplu halde yaşamaya programlanmış varlıklarız ve son iki yıldır bütün dünyayı etkisi altına alan büyük bir pandemi yaşadık. Zihinlerimizde önceliği COVID-19 aldı. Her an bize de bulaşma riski olan bir hastalığın korkusu yüreklerimize çöktü. Özellikle ilk yıl bu konuda çok zorlandık. Hastalığı doktorlar dahil, hiçbirimiz tam olarak tanımıyoruz, ne kadar öldürücü olduğunu, sonradan ne gibi sekeller bırakacağını bilmiyoruz. Aşı olmaktan bile korktuğumuz zamanlar oldu.
TEDBİR ÜSTÜNE TEDBİR
İlk günlerde televizyonlar hastalığın ortaya çıktığı ülke olan Çin’de yolda giden insanların pat diye yere düşüp öldüğünü, kazılan toplu mezarları gösteriyordu. Korku, dalga dalga yayıldı dünyaya. Başta anneler ve babalar olmak üzere evlerimizde tedbir üstüne tedbir almaya başladık. Dışarı çıkamadığımız gibi, dışarıdan gelen yiyecek içecek torbalarını bile evlerimize almaya korktuk.
İnsanların pek çoğu işe gitmek yerine evden çalışmaya başladılar. Çocuklar okula gidemedi. Ve dünyada o güne kadar devam eden düzen bir anda tepe taklak oluverdi. Sevenler birbirinden uzak kaldı, işler ihmal edildi, ilişkiler bozuldu ve şehir efsaneleri tüm dünyada kol gezer hale geldi.
RUHUMUZ DOYAMADI
Sevgiden, şefkatten, güzel bakan gözlerden, bize dokunan merhametli ellerden, söylenen sıcacık sözlerden, içten gülümsemelerden mahrum kaldık. Sevdiklerimizle bir araya gelemedik, birbirimizle yan yana ilişkiler kuramadık, duygularımızı paylaşamadık. Telefonla yapılan görüşmeler ruhumuzu doyurmadı.
Yaşlı, genç, pek çok insanımızı bu pandemide kaybettik. Kimi COVID-19’dan öldü kimi bu değişen düzene ayak uyduramadığı için bağışıklık sistemi bozuldu, başka hastalıklara daha yatkın hale geldi, öyle öldü. Kiminin işi, kiminin aile ilişkileri bozuldu, depresyona girdi, kimi de intihar etti.
Elimizde telefonlar, gözlerimiz televizyonlarda korku ve endişe dolu iki yıl geçirdik. Tam biraz nefes almaya, korkularımızdan arınmaya başlamıştık ki bu sefer de savaş çıktı. Bu sefer de savaşın vahşetini izler olduk.
Pandemiden ülkelerin ekonomileri de etkilendi. Enflasyon yükseldi, işsizlik arttı derken dünyayı saran korku, kaygı, gelecek endişesi gibi duygular insanlardaki öfkeyi körükledi. İncir çekirdeğini doldurmayan sebeplerle insanların canına kıyıldı, pek çok kadınımız vahşice öldürüldü ve bir salgın da olumsuz duygulardan geldi.
KORKU ÇABUK YAYILIR
Korku, tüm canlıların en iyi tanıdığı, en keskin duygudur ve pozitif duygulara göre bulaşıcılığı her zaman daha fazladır. Biz insanlar çoğu zaman hayatın içinde çeşitli konularda karar verirken duygularımızdan çok etkileniriz. Nasıl hissedersek öyle düşünür, nasıl düşünürsek de öyle hissederiz. Yani duygularımız ve düşüncelerimiz birbirini çok etkiler. Korktukça en kötüyü düşünür, en kötüyü düşündükçe daha çok korkarız.
Her birimiz çevreye kendimize has bir enerji yayarız. Karşı taraf bu enerjinin ne olduğunu, nasıl olduğunu dillendiremese de bunu bir şekilde mutlaka hisseder. Kiminin etrafa yaydığı enerji güzel bir koku gibi çekicidir. Herkes arı gibi o kokuya doğru adeta çekilir. Bazılarının enerjisi ise tam tersine iticidir, korkutucudur, insanlar ondan “Sakın bana yaklaşma” mesajını bir şekilde alır ve uzak dururlar.
Bizler çoğu zaman etrafa nasıl bir enerji yaydığımızı bilmeyiz. Bunu bizden çok başkaları bilir ve hisseder. İşte o enerjiye kokusunu zihnimiz verir, gözlerimiz dünyaya nasıl bakıyorsa, o bakış verir.
CAN YOLDAŞI ARADIK
Hep birlikte yaşadığımız bu zorlu süreçler, etrafa yaydığımız enerjileri de olumsuz etkiledi, bizi adeta birbirimizden kopardı. Toplu halde bir araya gelemedik, duygularımızı paylaşarak kabartamadık. Ne yaşadıksa çoğu zaman yapayalnız yaşadık. Yalnızlık, olumsuz duyguların beşiği gibidir. Sanırım biraz da bu yüzden bütün dünyada olduğu gibi ülkemizde de evlere pek çok evcil hayvan alındı. Bir can yoldaşına olan ihtiyaç giderek arttı.
Avrupa ülkelerine her gittiğimde sokaklarda köpekleriyle gezen insanları gördükçe içimden hep böyle dedim; yalnızlar, yanlarına bir can yoldaşı almışlar. Gerçekten de kedi, köpek ve kuşların insanlara bu anlamda ne kadar iyi geldiğini pandemide daha iyi anlıyor insan. Her birimizin, hangi yaşta olursak olalım sevgiye ne kadar ihtiyaç duyduğumuzun kanıtı bunlar.
Siz ona bakıp besliyorsunuz, o da size hep sevgiyle bakıyor. Vefa görüyorsunuz onlarda, insanlarda artık pek göremediğiniz vefayı.
SEVGİYİ, HUZURU ÖZLEDİK
Yalnız yaşanan korkularla hep birlikte yaşanan toplu korkular arasında da fark var. Güzel duygular nasıl paylaşıldıkça tadı artıyorsa, olumsuz duygular da paylaşıldıkça azalıyor. Bizim örf ve âdetlerimiz bu konuda adeta bir uzman görüşüyle düzenlenmiş gibi. Eskiden biliyorsunuz köylerde, kasabalarda, mahallelerde yedi gün, yedi gece süren düğünler yapılır, toplu halde gülünür, oynanır, yenir, içilirmiş. Düğünler de zaten genellikle yazın hasattan sonra yapılır, sokaklar şenlenir, fakir fukara da bu düğünlerde bol bol yer içermiş.
Hastalıklar ve ölümlerde de insanlar yalnız bırakılmaz, ölü evi insanlarla ve gönderilen yemeklerle dolar taşarmış. Yıldönümlerinde okutulan mevlitler ölen kişiyi hep birlikte hatırlamaya vesile olur, hep birlikte gülünür, yine birlikte ağlanırmış. Böylece daha olumlu duygular pekiştirilir, olumsuzlardan uzak durmaya çalışılırmış.
Bu âdetleri halen olabildiğince devam ettirmeye ve evlatlarımıza da öğretmeye çalışıyoruz çünkü bu bahanelerle insanlarla bir araya gelebilmek, yalnız olmadığımızı hissetmek, duygularımızı birlikte yaşayabilmek her birimiz için önemlidir, değerlidir. Ancak COVID-19 salgını bunlara bile izin vermedi. Düğün dernek kurulamadı, ölülerimizi birlikte uğurlayamadık. Dünya adeta bir kör karanlığın içine girdi. Moraller bozuldu, ilişkiler gerildi, korkuyla birlikte öfkeler de arttı. Tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de pandemiden sonra ekonomik zorluklar başladı. Bir yanda halen pandemiyle ilgili belirsizlik sürerken, bir yandan da savaşın vahşetiyle kahrolduk. Korkunun, belirsizliğin, kaygının kol gezdiği toplumlar barışı, sevgiyi, huzuru özledi.
HAKLI DEĞİL MEDENİ OL
Korku, kaygı, öfke gibi olumsuz duygular nasıl bulaşıcıysa sevgi ve barışın ışığı ve bize getirdiği huzur da bulaşıcıdır. Şu sıralar insanlarımız öfkelerini yansıtabilmek için adeta bahane arar oldu. Trafikte bile yol verdin, vermedin diyerek insanlar öldürülüyor. Toplum olarak hep birlikte “öfke kontrol bozukluğu” yaşıyoruz.
Bir an önce kendimize teşhis koyup bu öfkelerden kurtulmanın yollarını arayalım. Öfkeye ve saldırganlığa yine öfkeyle karşılık vermeyelim. Haklı olmak yerine daha medeni ve hoşgörülü insan olmayı tercih edelim.
Bu yazıyı, insanlarımızın bu konuda bilinçlenmesinin önemini vurgulamak için yazıyorum. Barışa, huzura, bir küçük gülümsemeye ve hoşgörüye hepimizin öyle ihtiyacı var ki...
Saygılarımla...
Paylaş