Paylaş
Kader dediğimiz şeyi de işte bu seçimlerimizle ilmek ilmek örüyoruz. Kimi yol bizi mutluluklara, aşklara, coşkuyla sahiplendiğimiz heyecanlara götürürken; kimileri ise derin hüzünlere, içinden çıkılamaz girdaplara, akıntıya karşı kürek çekmeye çalıştığımız mücadelelere sürüklüyor.
Elimizin kolumuzun gerçekten bağlı olduğu, yaşamın bizim adımıza karar verdiği iki önemli olayın biri başlangıcı yani doğumu, diğeri sonu yani ölümü temsil ediyor. Bizler annemizi, babamızı, hangi evde doğup büyüyeceğimizi, hangi ülkenin hangi dilini konuşacağımızı seçemiyoruz. Doğumumuz gibi bu dünyadan ayrılışımız da öyle oluyor. Ancak hayatımız boyunca pek çok seçim yapmak, karar vermek durumunda kalıyoruz. Aldığımız bu kararlar bazen hayatımızı güzelleştirirken bazen de bizleri çaresiz bırakıyor.
Bugün sizlerle, heybesinde sadece kendi yüklerini değil ailesinin ve hatta âşık olduğu delikanlının ailesinin bile yüklerini taşıyan, türlü fedakârlıklar yapan, sonra da pişmanlıklar ve kalp kırıklıklarıyla kala kalan Dolunay’ın yaşamöyküsünü paylaşacağım...
Öyle bir öykü ki bu, birebir aynı olmasa da birçok okurumun, özellikle kadınların, kendilerinden bir şey bulacağını, içlerinden “Ben de bunu yapıyorum” ya da “Yapmıştım” diyeceğini hissediyorum. Umarım bu yazı size şifa olur sevgili okurlarım...
AŞK BAZEN DE FEDAKÂRLIK DEĞİL Mİ
GÜLSEREN hocam... Öncelikle değerli zamanınızı ayırıp mektubumu okuduğunuz için çok teşekkür ederim.
Gerçi nereden başlasam, yaşadıklarımın hangi birini anlatsam bilmiyorum. Karmakarışığım hocam, içimde kimseyle paylaşamadığım, paylaşsam da anlayacaklarına inanmadığım bir kördüğüm var. Ne kadar söndürmeye çalışsam da bir türlü sönüp küllenmeyen yangın misali... Zaten çocukluğumdan beri hiç sönmedi ki bu alevler... Çocukluğumdan beri kimse anlamadı ki beni... Belki de o yüzden bugün kendi kendime hapsoldum, beni bu hapisten çıkaracak anahtarı da sizde arıyorum... En iyisi anlatmaya en başından başlamak olacak...
İŞTE BENİM BABAM...
Benim adım Dolunay. Şu an 21 yaşındayım, Bodrum’da yaşıyorum. Çocukluğumdan bu yana babamdan hem psikolojik hem de fiziksel şiddet görüyorum. Ah babam nasıl bir yaradır içimde bir bilseniz... Ben onun sevgisini kazanmaya çalıştıkça iki misli nefretle gözlerimin içine bakan adam... Babam. Gözünde kendi değerimi ararken bana kendimi bir çöp gibi hissettiren adam... Babam. Yaptığı düzenbazlıklar sonucunda iflas edip varını yoğunu kaybettiği gün cezaevine giren, çıkar çıkmaz annemle beni dımdızlak ortada bırakıp bizi terk eden, bir daha da hiç arayıp sormayan adam. Babam... İşte benim babam böyle biriydi Gülseren Hoca’m... Sevgisiz, merhametsiz, şefkatsiz...
VAROLMA MÜCADELESİ
Anneme gelecek olursak onunla o kadar gurur duyuyorum ki... Babamın cezaevinden çıkmasını sabırla bekleyen annem, çıktıktan sonra terk edilince bu zulme daha fazla dayanamadı. Gözünü kararttı ve açtı boşanma davasını... İçten içe babamdan bir itiraz bekledi belki ama o beklediği itiraz asla gelmedi. Babam dünden hazırdı boşanmaya, hemen imzalayıverdi evrakları. Böylece annemin var olma mücadelesi de başlamış oldu. Yıllardır hayatını eve ve bize adamış olan annem kolları sıvadı ve iş aramaya başladı. Annem evin ekonomik yükünü sırtlarken, bana da duygusal yükler kalmıştı. Tabii ben o zamanlar benim üzerime düşen payın yaşamımı nasıl bir harabeye çevireceğinin, beni nasıl bir yalnızlığa hapsedeceğinin farkında değildim.
Ailemin başında dimdik durmaya çalıştım hep. Duygularımı o kadar gömdüm ki içime, bir süre sonra göz pınarlarım kurudu. Ağlayamadım bile...
O KALBE ÂŞIK OLDUM
Lise yıllarına geldiğimde, beni doğduğumdan beri içinde olduğum buhrandan kurtarabilecek biri ile tanıştım devlet okuluna gidiyordum o zaman, dönem ortasında sınıfımıza bir çocuk geldi. Aile ekonomik olarak zor bir dönemden geçtiği için kaydını kolejden bizim okula aldırmışlar. Dışarıdan bakıldığında sosyal medyaya uzak, içe kapanık, tombiş denebilecek kadar kilolu bir çocuktu. Pamuk gibi bir kalbi vardı ve ben o kalbe âşık oldum.
O da beni seviyordu ama benim onun sevgisine inanmam zaman aldı. Ne de olsa babası tarafından sevgiye muhtaç bırakılmış bir kızdım ben ve babası tarafından sevilmeyen kızlar, bir başka erkeğin sevgisine de çok zor inanıyorlar hocam ama Erdal beni inandırdı.
‘PARA AVCISI’ DEDİLER
Onun ailesi zamanla ekonomik durumunu düzeltti, Erdal bizim okuldan eski okuluna döndü. Biz ise ailecek sıfırı görmüştük o zaman. Ama dedim ya, annem küllerinden doğdu ve iyi bir işte çalışmaya başladı. Ancak bir süre sonra bir de gördüm ki annem Erdal’ın ailesine ait bir işyerinde çalışıyor.
Erdal’ın ailesi maddiyatı, prestiji, sosyal statüyü her şeyden üstün tutan bir aileydi. Tahmin edersiniz ki Erdal’ın benimle olan ilişkisini hiç hoş karşılamadılar. Beni babam gibi para avcısı olmakla suçladılar. Babaların günahlarını evlatları çeker derler ya; çok canımı yaktı o ailenin söyledikleri. Bana iftira atacak kadar ileri gittiler. Size soruyorum hocam, daha 18 yaşındaki bir kızın nasıl bir günahı olabilir ki...
GÖNLÜM EL VERMEDİ
Ailesi Erdal’a karşı da acımasızdı. Benim yüzümden aileden şiddet gördü ama beni bir an bile bırakmadı. Birlikte ağladık, her gün kalbimizde yeni bir yara açsalar da biz o yaraları sevgimizle sardık. Ah Gülseren Hoca’m, sonunda başardılar ve ayırdılar bizi. O da, ben de perişan olduk.
Erdal’a kalsa mücadeleden hiç vazgeçmeyecekti. Vazgeçen ben oldum çünkü Erdal’ın daha fazla perişan olmasına gönlüm el vermedi. Aşk bazen de fedakârlık değil midir? O mutlu olsun diye kendini harap etmek değil midir aşk? Ben bir tek onu sevdim gerisi yalan, onun da canı sağ olsun varsın beni kalpsiz, kötü bilsin. Öyle bir sevdim ki onu, acısı bile bal bana bu aşkın. Ama bazen de, asıl aşk, kavuşulmadığı zaman aşk değil midir?
Saygı ve sevgilerimle...
AMAN HA, BU YOL TEHLİKELİ
DOLUNAY kardeşim, senin kalemin, yazım tarzın da çok güzel, şiir gibi olmuş bu mektup. Hayat sana sevdiklerin için daima fedakârlık yapman gerektiğini öğretmiş. Sana seni unutturmuş. Hayat sadece başkaları adına kendinden vazgeçmek değildir. Bu aşkın acısı bile bal bana, diyorsun ama unutma acı her zaman acıdır. Sanki acıların tiryakisi olma yolundasın. Aman ha, çok tehlikeli bir yoldur bu ve o tiryakilik insana hep kaybettirir. Bir an önce kendi hayatına, kendi geleceğine odaklanmanı öneririm. Acıya değil mutluluğa, başarıya tutun. Bir an önce güçlendir kendini. Yaşlandığında insanın en büyük pişmanlığı ardında yaşanmamış bir hayat bırakmasıdır. Gerçekten yaşamak istemez misin bu hayatı? Acısıyla tatlısıyla biraz da kendi hayatını yaşamak güzel olur, inan bana. Sevgili okurlarım, gördüğünüz gibi diğer pek çok genç kızımız gibi Dolunay da en çok babasından şikâyet ediyor ve babasının yanlışlarının bedelini hayatın ona ödettiğini söylüyor. Hep diyorum ya, bizim kaderimiz doğduğumuz evlerde anne babalarımız tarafından yazılıyor.
Sizler de bana drgbudayicioglu@madalyonklinik.com adresinden ulaşabilirsiniz.
Haftaya yepyeni bir hikâyede görüşmek üzere. Hoşça kalın.
Paylaş