Paylaş
HZ. Peygamber’den (sav) rivayet edilen “Sizlere gençlere önem vermenizi tavsiye ederim. Çünkü onların kalbi daha temiz ve gelişime açıktır. Allah beni doğrulukla ve müsamahayla gönderdi. Bana ilk önce gençler iman etti, destek oldu” sözü İslam’ın benimsenmesinde ve yükselmesinde gençlerin etkisini ortaya koyması açısından çok önemlidir. Peygamberimizin en büyük destekçileri Mekke ve Medineli gençler olmuş, ihtiyarların birçoğu ise ona karşı çıkmış ve davasını yok etmeye çalışmıştır.
YAKINLARINDAN BAŞLAYARAK İNSANLARI UYAR!
Hz. Ömer, Hz. Ali, Hz. Osman, Hz. Musab b. Umeyr, Hz. Cafer gibi pek çok sahabenin ismi geçtiğinde manevi ağırlıklarından veya onlara atfettiğimiz değer dolayısıyla olsa gerek, birçoğumuz genelde onları yaşını başını almış, camiden eve, evden camiye giden, toplumsal olayların dışında yaşayan insanlar olarak canlandırırız. Oysa Müslüman olduklarında Ali bin Ebu Talib 10, Mus’ab bin Umeyr 25, Osman bin Affan 25, Ömer bin Hattab 35, Zeyd bin Harise 15, Abdullah bin Ömer 10, Abdullah bin Mesud 16, Zübeyr bin Avvam 16, Sad bin Ebi Vakkas 17, Cabir bin Abdullah 15, Zeyd bin Sabit ise 11 yaşındaydı. Gelin bu sahabilerden birkaçının hayatına yakından bakalım.
Peygamberimiz, amcası Ebu Talib’in oğlu Ali’yi kendisini büyüten amcasına karşı vefa borcunu ödeyerek onun geçim yükünü hafifletmek için 5 yaşındayken yanına almıştı. Hz. Ali, vahyin inişinden sonra 10 yaşlarındayken Peygamberimiz ile Hz. Hatice’yi namaz kılarken görünce etkilenmiş ve bunu neden yaptıklarını sormuştu. Peygamber Efendimiz ona İslam’ı anlatmış, onu da kendilerine katılmaya davet etmişti. Hemen cevap vermek istemeyen Ali, “Babama sorayım, ondan alacağım cevaba göre kararımı sana bildiririm” demişti. Sabah olunca Allah Rasulü’ne (sav) gelen Ali, Müslüman olmak istediğini bildirince Hz. Peygamber (sav) amcasına danışıp danışmadığını merak ederek “Baban ne dedi” diye sordu. Hz. Ali, 10 yaşındaki bir çocuktan beklenmeyecek güzellikte bir cevap verdi: “Allah beni yaratırken Ebu Talib’e mi sordu ki ben Müslüman olurken ona sorayım.” Hz. Peygamber (sav), “Yakınlarından başlayarak insanları uyar!” (Hicr, 94) ayeti inince Safa Tepesi’ne çıkarak Kureyş’in ileri gelenlerine Peygamberliğini açıkladı ve en yakın akrabalarının da içerisinde bulunduğu topluluğa “İçinizde bugün bana iman edip davamda destek olacak kimse var mı” diye sordu. O gün hiç kimse “Ben sana iman ederim” demedi. O sırada, elindeki kapla akrabalarına su dağıtan Hz. Ali elini kaldırdı, “Ben ya Rasulallah, yaşadığım sürece ben sana destek olacağım” dedi. Hz. Ali, o gün 12 yaşındaydı. Küçük el, büyük elle birleşti ve o günden sonra Hz. Ali, Peygamber Efendimizin en büyük destekçilerinden birisi oldu.
O BİZİ BİR OLAN ALLAH’A İNANMAYA ÇAĞIRDI
Hz. Peygamber’in diğer bir amcaoğlu Hz. Câfer (ra), Mekke’de zulüm ve işkencelerin artması üzerine Habeşistan’a hicret etmek zorunda kalmıştı. Muhtemelen Allah Rasulü (sav), bu hicretle hem Müslümanları güvence altına almayı hem de İslam’ın dış dünyada duyulmasını amaçlamıştı. Habeşistan’da Müslümanların rahat ve huzur içinde inançlarını yerine getirmelerine bile tahammül edemeyen müşrikler, Habeş Kralı Necaşi’ye heyet gönderip bu yeni dine inanan gençleri memleketinden çıkarmasını istemişlerdi. Necaşi’nin eski dostları olmasına rağmen Kureyş diplomatlarına memleketine sığınan Müslümanları dinlemeden karar veremeyeceğini söylemesi üzerine, Hz. Cafer (ra), Mekke’nin en önemli diplomatlarının ve bir Kral’ın önünde, üstelik kendini anlatabilecek çok az zamanı olmasına rağmen önce imanından aldığı güç, sonra Hz. Peygamber’in (sav) onlara aşıladığı özgüvenle toplam beş dakikayı geçmeyen ve kralı kendi taraflarına döndürecek çok etkili bir konuşma yapmış ve şöyle demişti:
“Ey hükümdar! Biz cahiliye zihniyetine sahip bir kavimdik. Ağaçtan ve taştan yapılmış putlara tapar, kendiliğinden ölmüş hayvanların etlerini yer, kız çocuklarını diri diri toprağa gömer, insanlık dışı bütün kötülükleri yapardık. Akrabalarımızla ilgilenmez, komşu hakkı tanımazdık. Kuvvetli olanlarımız zayıflarımızı ezer, zenginlerimiz fakirlerin sırtından geçinirdi. Hak hukuk nedir bilinmezdi. Biz bu halde iken Allah celle, bizim içimizden asil soylu, doğru, güvenilir, iffetli olarak bildiğimiz birini peygamber olarak gönderdi. O bizi bir olan Allah’a inanmaya ve yalnızca O’na ibadet etmeye çağırdı. Atalarımızdan miras kalan putlara tapmaktan bizleri kurtardı. Doğru söylemeyi, emanete riayet etmeyi, akrabalarla iyi geçinmeyi, komşuları gözetmeyi emretti. Bütün kötülük ve günahları, kan dökmeyi, yalancı şahitlik yapmayı, yetim malı yemeyi ve namuslu kadınlara iftira etmeyi ise yasakladı. Biz de onu doğruladık ve ona iman ettik. Allah’tan ona gelenlere tabi olduk. Sadece Allah’a ibadet ederek O’na hiç bir şeyi ortak koşmadık. Onun haram kıldıklarını haram, helal kıldıklarını ise helal bildik. Halkımız bu sebeple bize düşman oldu, bize zulmettiler. Allah’ı bırakıp eskisi gibi putlara tapmamız ve önceden yaptığımız kötülükleri yeniden işlememiz için bize işkence ettiler. Hayat bizim için çekilmez bir hale geldi, dinimizi yaşayamaz olduk. Baskı ve zulümler dayanılmaz bir noktaya geldiğinde senin ülkene sığındık. Seni başkalarına tercih ettik. Senin himaye ve komşuluğuna can attık. Ey hükümdar, biz senin yurdunda hiçbir kötülüğe maruz kalmayacağımızı ümit ediyoruz.” Meryem suresinin ilk 4 ayetini de okuyan Hz. Cafer’in sözü bitince Necaşi, Kureyşlilere döndü: “Kalkıp gidiniz. Ben bunları size asla teslim etmem” dedi.
YAŞI KÜÇÜK AMA YÜREĞİ BÜYÜK SAHABİ
Erkam Bin Ebi’l-Erkam, Mekke’nin nüfuzlu ve zengin ailelerinden Benî Mahzûm kabilesindendir. 17-18 yaşlarında İslâm’la şereflendi. Mekke müşrikleri devamlı Hz. Peygamber’i (sav) rahatsız ediyorlar, yeni Müslümanlara baskı yapıyorlar, bu sıkıntılar içinde İslam’ı rahat tebliğ edemiyordu. Ashabıyla sohbet edebilecek, onlara İslam’ı anlatacak, yeni Müslümanları eğitecek ve emniyet içerisinde olabilecekleri bir yere ihtiyaç vardı. Yaşı küçük ama yüreği büyük sahabe Hz. Erkam (ra) evini Allah Rasulü’ne ve Müslümanlara açtı. Mekke’de Safa Tepesi’nin yanında bulunan ve Dârü’l-Erkam (Erkam’ın evi) diye bilinen bu evde Rasullullah (sav) İslam’ı anlatır, Kuran-ı Kerim okur ve öğretirdi. Hz. Erkam’ın (ra) evi bir eğitim yuvası, baskı altında kalan, işkence ve zulüm görenler için bir sığınaktı. Yeni nazil olan ayetler burada öğrenip ezberlenir, Müslümanlar ibadetlerini gizli gizli burada yaparlardı.
İslam, bahsettiğimiz bu üç sahabe ile beraber daha nice gencin omuzlarında yükseldi. Onların Allah’a olan sarsılmaz imanı, Allah Rasulü’nün onlara olan güveni, desteği ve verdiği eğitim sayesinde bizler “Müslümanım” diyebiliyoruz. Allah hepsinden razı olsun, bizi cennette onlara komşu eylesin.
NAMAZI KAZAYA BIRAKMANIN HÜKMÜ NEDİR? (1 SORU - 1 CEVAP)
BİR namazı özürsüz yere vaktinde kılmayıp kazaya bırakmak büyük bir günahtır. Bu namaz kaza edilince namaz borcundan kurtulunmuş olur. Fakat namazın özürsüz yere (vaktinde kılınmayışından) dolayı meydana gelen günah bâkîdir. Bu günahtan kurtulmak için ise tevbe ve istiğfar gerekir.
BİR AYET
EY Rabbimiz! Unutur veya bilmeden hata yaparsak bizi sorgulama! Ey Rabbimiz! Bizden öncekilere yüklediğin gibi bize de ağır yükler yükleme! Ey Rabbimiz! Güç yetiremeyeceğimiz yükleri bize taşıtma! Ve günahlarımızı affet, bizi bağışla ve rahmetini yağdır üstümüze! Sen Yüce Mevlâmızsın, hakikati inkâr eden topluma karşı bize yardım et! (Bakara, 2/286)
BİR HADİS
BEŞ şey gelmeden evvel beş şeyi fırsat bil: Ölüm gelmeden önce hayatının, hastalık gelmeden önce sağlığının, meşguliyet gelip çatmadan önce boş vaktinin, ihtiyarlık gelmeden önce gençliğinin, fakirlik gelmeden önce zenginliğinin. (Münavî, Feyzu’l-Kadîr, 2/16)
Paylaş