Paylaş
Mektup Nijerya'dan geliyordu. Başkent Lagos'da bir şirket kazandığı uluslararası bir ihalenin 140 milyon dolarlık transferini çekebilmesi için dolara ihtiyacını olduğunu belirtiyordu. ‘‘Sayın Uluç, ülkemiz gibi saygın şirketimiz de yabancı döviz sıkıntısı içinde. İhaleyi başlatacak bazı araç-gereçleri temin etmemiz için bize göndereceğiniz paranın dört mislini dört hafta içinde size geri ödeyeceğiz.’’
Yani 10 bin dolara 40 bin, 100 bin karşılığı 400 bin dolar kazanmış olacaktım. Bankaların yüzde 5 faiz verdiği Amerika'da paranı garantili dört misline ancak Las Vegas'da rulet masasında katlayabilirsin. Tabii SporToto'da dokuz tutturacak kadar şanslıysan!
Nijerya'lara yatırım yapacak lükse sahip değiliz. Akıl özürlüsü hiç değiliz. Lagos'tan bir kaç yıl önce gelen mektubu layık olduğu adrese postaladık. Masa altındaki çöp kutusuna. Mektup, geçen gün bir gazete haberi gözümüze ilişene kadar aklımıza gelmedi.
Haberde Nijerya'dan New York'a mektupla dolandırıcılığın yılda 100 milyon dolara ulaştığı, şikayetler üzerine posta müfettişlerinin Lagos'tan gelen iki milyon mektuba el koyarak imha ettikleri bildiriliyordu. Yıllardır bu iş devam ediyormuş.
Şaka, abartmalı övünme bir yana biz Türkler gerçekten uyanık, pratik zekalı bir milletiz. Nijerya'da bir şirket İstanbul'u mektup yağmuruna tutup para isteyecek ve her yıl milyonlarca doları cebe atacak. Böyle üç kağıtçılığa kaç İstanbullu kurban gider? New York'taki gibi binlerce mi? İmkanı yok.
Amerika süper. Zengini bol, alimi, kaşifi, mucidi bu ülkeden çıkıyor. Teknoloji, ticaret, sanat, borsa hangi dala baksan Amerikalı ilk planda. Kafası çok işleyen bir millet ki, her alanda yedi düvelin önünde gidiyor. Amerika'yı lider yapan, insanlarının eğitim, bilgi, görgü, yetenek zenginliği.
Peki geri kalmış Nijerya'nın zencisi nasıl okumuş, bilgisi, kültürü yerinde Amerikalı'yı aldatmayı beceriyor. Bilmiyorum. Ya kendi halkının akli yeteneğine güvenmeyen üreticiler? Ekrandan bir örnek: TV muhabiri Arnold Diaz, bir alışveriş merkezindeki dükkanda satılan sualtı kamerasının broşürünü okuyor, ‘‘Filmi su üstünde değiştirin.’’
Bunu bilmek için Jacques Cousteau olmaya gerek yok ama dükkan satıcısı ‘‘Bir kadın bozuldu diye geri getirdi. Deniz altında film değiştirmek istemiş. ‘Kameraya su girer diye düşünmediniz mi?' deyince ‘Broşürde su altında film değiştirilmez diye yazmıyor' dedi. Firmaya bildirdik yenisini gönderdi müşteriye’’ diyor.
Diğer görüntülerde uyarılar şöyle: Pahalı bir ütünün kutusunda ‘Elbise, gömlek ve bluzları üzerinizdeyken ütülemeyin' yazıyor. Bir saç kurutma aygıtı ‘Uyurken asla kullanmayın', Antep fıstığı plastik torbasında ‘Kabuğunu çıkarmadan yemeyin' yazıyor. Kızgın yaz güneşine karşı ön camı kapatan perdeye iliştirilmiş uyarı: ‘Arabayı sürerken gölgeliği kaldırmayı unutmayın' derken, şişirme havuz yatağında ‘Bu mal yemek için değildir' uyarısı yer alıyor.
Bir çarşı esnafı muhabire ‘‘Yangın esnasında alarmı çalmadığı için üretici firmayı dava eden müşterinin aygıtın pillerini çıkarıp radyosuna taktığı tesbit edildi. Buna rağmen müşteri ‘pilsiz çalışmaz' diye ikaz olmadığı için üretici firmadan tazminat istiyor’’ şeklinde bilgi veriyor.
Yukardaki örneklere ilaveten bazı dolmakalem kutularında ‘Kapağını çıkar sonra yazabilirsin' diye kullanış talimatı verildiğini çok kez duydum. Amerikan milletinin mankafa, ahmak, geri zekalı olmadığı muhakkak.
Ama kimse de çıkıp ‘‘Gölgeliği kaldırmadan araba sürülür mü? Deniz altında film değiştirilir mi? Uyurken saç kurutulur mu? Biz aptal mıyız?’’ demiyor. Zihinsel hakarete Amerikalı sesini çıkarmıyorsa avukatlığını üslenecek değiliz. Antep fıstığını kabuğuyla yiyenler düşünsün.
Paylaş