İki günlüğüne bir kaçamak yapalım dedik. Hedefimiz başkent Washington. Dost ve tanıdıklarla ‘‘Şükran Günü’’nde bir arada olacağız.
Başkentten davet geldiğinde ‘‘Meşgulum, çok işim var’’ diye mazeret sıralamanın da anlamı yok. Tüm Amerika tatilde. Resmi kurumlar kapalı. Kapıcıdan holding sahibine dört kuşaktan Amerikalısına ilaveten Yeni Dünya'da kaçak yaşayanlar da bu geleneksel günü kutlayacaklar.
‘‘Şükran Günü’’'nün tarihi Amerika Birleşik Devletleri'nin kuruluşundan 150 yıl öncesine uzanıyor. Kilise baskısından kaçıp 1620 yılında gemiyle Plymouth'a kapağı atan İngiliz göçmenler aşırı soğuk geçen kışı takiben Tanrı'ya minnetlerini sunmak üzere bir yıl sonra ‘‘Şükran Günü’’ geleneğini başlatıyorlar. Göçmenlere mesken ve gıda yardımı yapan Wamponaug yerlileri de ilk davetin baş konukları. Günün simgesi ise hindi. Haftalardır tüm süpermarket, bakkal ve kasap vitrinleri hindiden geçilmiyor. Şükran Günü'nün sembolü 40 milyon hindi bu yıl da sofraları süsledi.
Washington yolculuğunda bir taşla iki kuş vuracağız. 11 Eylül terör saldırılarından sonra uçak seyahatinde artırılmış güvenlik önlemlerini de göreceğiz. İki saat önceden alana geliyoruz. La Guardia, sanki havaalanı değil asker kışlası. Adım başında eli otomatik silahın tetiğinde asker. Terminal kapısında bilet kesme, bagaj alımı kaldırılmış. İçeride Washington'a gideceklerin kuyruğuna takılıyoruz. Önümüzde 20 kadar yolcu var ama ancak bir saat sonra bilet tezgahına geliyoruz. Kimlik gösterdikten sonra görevli bavulumu gecekondu boyu bir cihazın içine sokuyor. Bu patlayıcı maddeleri tesbit eden röntgen cihazı imiş. Yandaki ekranda iki görevli bavulumun iç manzarasını bir süre inceledikten sonra bir düğmeye basıyorlar. Emektar bavul, havantopu gibi cihazın diğer kapısından fırlayıp çıkıyor.
Sıra küçük el çantamda. Didik didik ediyorlar. Minik tırnak kesicisine, bir otel odasından aldığım dikiş iğne ve ipliğine ‘‘uçağa giremez’’ diye el koyuyorlar. Sıra yolcu kontroluna geliyor. Cep telefonu, gözlük, anahtar, saat, cüzdan ve çakmağı plastik kutuya koyup metalde ses çıkaran kapıdan geçiyorum. Bir başka görevli, ‘‘butan gazla çalışıyor’’ diyerek çakmağımı alıyor. Kalem ucuyla alt deliğine bastırıp tüm gazı boşaltıyor. Boş çakmağı geri veriyor. Önden, arkadan metal dedektörle vücudumu taradıktan sonra güvenli yolcu statüsünü kazanıyorum.
Uçak girişinde insanlar yanyana bostan korkuluğu gibi. Kollar iki yanda bir kez daha bazı üst-baş araması yapılıyor. Çocuk arabaları araştırılıyor, el çantaları inceleniyor. Aralarında beyaz saçlı nineler, futbol eşofmanlı kolej öğrencileri de var. Sivri uçlu taraklar, cımbızlar toplanıyor. Nihayet içeriye alınıyoruz. Koltuk komşum tedirgin bir genç kadın. Üzerime eğiliyor, gözü dışarda bir uçağa yürüyen şeritlerle bagaj yükleyen işçilerde. ‘‘Bunlardan biri terörist olsa bir bavula bomba koyabilir’’ diye sızlanıyor. Sakinleştirmeye çalışıyorum. ‘‘Güvenlik yöntemleri çok sıkı. İki saat süren bu kontrol en gözükara teröristi bile caydırır. Bak pilot kabin kapısı çelik. Arkada oturan adam silahlı polis. Merak etme’’diyorum.
Bu kez kaygı sırası bende. Terör saldırılarından sonra Başkan Bush başkente gelen uçaklar rota değiştirip Beyaz Saray, Kongre binası yaklaştığında F-16'larla vurulması kararını çıkardı. Ya bizim uçağın pilotu bir rota yanlışlığı yaparsa? Meltem'in lafı aklıma geliyor, ‘‘Takma kafana tokadan başka şey.’’ Bol sayfalı gazetenin sonuna gelmeden uçağımız Washington'a iniyor.
Amerika uçuş korkusunu yavaş yavaş üzerinden atıyor. National Havalimanı bir kaç hafta öncesi kadar tenha değil. Alınan tedbirler herkese güven veriyor. Yolcuların çoğunluğu arka arkaya bıktırıcı kontrollardan şikayetçi değil. Bir havaalanı görevlisi Noel ve Yılbaşı tatili döneminde uçak seyahatinin normale yakın canlanacağını söylüyor.
‘‘Şükran Günü’’ yemeğinden önce kent merkezinde bir gezintiye çıkıyoruz. Müzeler, mağazaların önü kalabalık. Kaldırım üstünde bir seyyar satıcı gelip-geçeni çevirip, ‘‘Üç dolar teki, çifti beş dolar’’ diye alışverişe çağırıyor. Tezgahında Amerikan bayrağı, elli yıldızlı rozetler sıralı. Oysa eylüldeki terör günlerinde herkes araç antenine takacağı bayrağı, yakasına rozetini almış. Satışlar durgun artık. Genç bir erkek, bayraklı tişörtü evirip çevirdikten sonra tezgaha bırakarak ayrılırken satıcı çıkışıyor: ‘‘Bu senin bayrağın, Amerikalı değil misin?’’ Tipini yadırgıyorum satıcının. ‘‘Selam! Nerelisin?’’ diyorum. ‘‘Güney Koreli’yim’’ diye yanıtlıyor.