Paylaş
Bir saç teline bir baş
Binyamin Kahane eşiyle birlikte Batı Şeria'da pusuya düşürülüp öldürüldü. Babası Haham Meir Kahane de 10 yıl önce Manhattan'da bir Arap Amerikalı’nın suikastine hedef olmuştu. Aşırı sağcı ve Arap düşmanı Binyamin'le ilgili haberleri izlerken BM Genel Sekreterleri Perez de Cuellar ve Butros Gali'ye, ‘‘Arap- İsrail sorunu mu yoksa Kıbrıs mı daha önce çözüme kavuşacak?’’ soruma ‘‘İkisi de yakında halledilecek’’ şeklindeki yanıtlarını anımsıyorum. Oysa Perulu Cuellar ile Mısırlı Gali'nin dünya başkentini yarım yüzyıldır işgal eden bu iki sorunun toprak kavgasından değil, yoğun ırk ve din ayrılığından kaynaklandığını idrak edecek bilgi ve deneyime sahip oldukları şüphe götürmez.
Geçen yılın son günü kurşunlanan 34 yaşındaki Binyamin'in yakın arkadaşı Tiran Pollack İsrail radyosuna, ‘‘Bir kılına dokundukları her Yahudi için bir Arap başını devireceğiz. Arap eşeğe benzer, ikisi de dayaktan anlar’’ şeklinde küstah beyanatı Filistin-İsrail sorununun can damarına işaret ediyor. Yahudi ve Araplar'ın bir diğerine beslediği aşırı nefret anlaşmazlığın ana hammaddesi. Bu nedenle ne Arap alemi İsrail işgali altındaki kutsal yerleri Yahudilere terketmeye ne de Yahudiler tarihten miras kaldığını iddia ettikleri topraklarda Araplarla içiçe yaşamaya razı olacaklar.
Filistin ile İsrail yönetimleri arasında görüşmeler yeniden başladığında Suriye, İran, Irak'tan Körfez ülkelerine, Endonezya, Malezya, Libya, Sudan ve Cezayir'e Arap-İslam alemindeki kökten dinci kesimlerinin bu girişimleri anlaşma ihtimali belirdiği noktada torpilleyecekleri de kesin. Clinton'ın giderayak Barak ve Arafat'la geceli gündüzlü müzakerelerinde en uzlaştırıcı barış planını ortaya çıkarsa dahi.
Kıbrıs sorununu da aynı perspektiften değerlendirmek lazım. Rum yönetimi liderleriyle röportajlar, ikili ve dolaylı görüşmeleri içeren izlenim ve gözlemlerimizi, ‘‘Rumlar Kıbrıslı Türkleri ikinci sınıf insan görüyor’’ diye naklettiğimde Rauf Denktaş ''İkinci değil beşinci sınıf.'' düzeltmesini getirmişti. BM uzun zamandır Kıbrıs Türkleri’ne Güvenlik Konseyi'nde konuşma hakkı tanımadığı gibi birkaç yıldır aldığı kararlarda Türk tarafının görüşlerini kayda geçirmeye dahi yanaşmıyor.
İki binli yıllarda yerkürede ülkeler, toplumlar arasında harp, çatışma ve ihtilafın her türlüsünde köken ve inanç ayrılığının başrolü oynayacağı kesin görünüyor. İrlanda'da Katolik-Protestan, Balkanlar’da Müslüman- Ortodoks Slav çekişmesinden Asya'da Yammu-Keşmir, Tamil, Doğu Timor ve Filipinler'e tüm çatışmalarda ırk ve din unsurları ön planda geliyor. Avrupa'nın göbeğindeki yabancı düşmanlığı, çeşitli ülkelerde anti-semitizm, Amerika'nın kırsal kesimlerinde siyah-beyaz ayrımcılığını savunan 457 grubun eylemleri sık sık sergileniyor. Kişisel düzeyde de örnek vermek mümkün. Prenses Diana ile birlikte kazada hayata gözlerini yuman Dodi'nin babası Muhammed el-Fayed'in büyük servetine rağmen İngiliz vatandaşlığı başvurusu 40 yıldır reddediliyor.
Türkiye'nin yılan hikayesine dönen AB üyeliğini de aynı prizma altına yatırmak gerekiyor. Hıristiyan Avrupa'nın 60 milyonu aşkın ayrı ırk ve dine bağlı Türkiye'yi kendi içinde görmemek için ileri süreceği şartları hafifletmesini beklemek safdilliğin ötesinde olur. Gücüyle ünlü Mehmetçikler’i Avrupa Ordusu'na ikramımıza dahi burun kıvırmaları ortada. Türk, Irak, Arnavut Müslümanlar’ın göçünden şikayet eden Bolonya Başpiskoposu Kardinal Giacomo Biffi birkaç ay önce İtalyan hükümetine, ‘‘Ülke kimliğini korumamız için yalnızca Hıristiyan göçmenlere sığınma hakkı tanıyın’’ şeklindeki uyarısı tüm Avrupa'nın ortak görüşünü yansıtıyor.
‘‘Biz ırk ve din farklılığı yanı sıra örf, adet, kültür, gelenek açısından Avrupalı değiliz. Bunda gocunacağımız hiçbir şey yok. Avrupa Türkiye'yi malını satacak pazar, Ortadoğu - Kafkaslar’da çıkarlarını savunacak Batı'yla özdeşleşmeye çalışan bir ülke olarak görüyor. Hepsi bu kadar. İlle de kapıyı aralayın.’’ yakarışından vazgeçip karşılıklı çıkarlar arasında denge oluşturma yolunu arayalım.
Paylaş