Harlem'de Frank Pellegrino'nun lokantası Rao'da 2003 sonbaharına kadar yer yok. Amerikan Ulusal Vakfı'nın toplantısında lokantada bir masa açık arttırmayla 20 bin 500 dolara müşteri buldu.
Manhattan'ın güney ucu labirent gibi. Birbiriyle kesişip sonra birleşen caddeler, mahalle arasını andıran dar sokaklar, karışık isim levhaları ve üstüne üstlük trafik karmaşası. İzlediğim bir dava için ABD Devlet Mahkemesi'ne gitmem lazım. Arabama atlayıp adanın güney ucuna ulaşıyorum. Garaj mahkemenin bitişiğinde. Mahkeme katibinden aldığım dosyayı kopya makinesinde çoğaltıp geriye veriyorum. Tekrar garaja dönüyorum.
Porto Rico'lu genç ‘‘Çok çabuk döndün’’ diyerek ofisi karşısına park ettiği arabamı getiriyor. Kaç para ödeyeceğimi sorduğumda ‘‘20 dolar’’ yanıtını veriyor. ‘‘Yarım saat bile olmadı bırakalı’’ itirazıma karşı duvardaki ücret levhasını işaret ediyor. Levhada asgari park ücreti 20 dolardan başlıyor. Tartışmanın anlamı yok, istediği miktarı veriyorum. Bu bölgede 09.00'la 17.00 arası çalışıyor olsam asgari işçi ücreti kadar park parası ödemem gerekecek. Buna da şükür diyorum.
Ofisimden bir kaç blok yukarda bir apartmanın zemin katında gecelik park ücretinin ayda bin dolar olduğu aklıma geliyor. Son birkaç yıl içinde New York'a gelenler yatak, mutfak, banyosu tek oda içinde ‘‘stüdyo’’ denen dairelerin bin beş yüz dolardan başladığını, bir-iki yatak odalı daire fiyatlarının ise 3-4 bin dolardan aşağı olmadığını söylüyorlar.
Ev, apartman, dükkan kiraları, daire satış fiyatları, garajların para makinesine dönüşmesini New York'un tarihi içinde incelersek Amerikan kapitalizminin emlakçılıkla başladığı ortaya çıkıyor. Manhattan'daki Hollanda sömürge yönetimi başı Peter Minuit 1626 yılında Algonquin Kızılderililerine 60 guilder (24 dolar) değerinde incik-boncuk vererek bu minik adayı satın almış. Oysa şimdi o parayla Manhattan'da bir posta pulunun kapladığı yer almak mümkün değil.
Avrupalı beyaz sömürgecilerin eline düşmeden önce Kızılderililerin at koşturduğu ve sonradan Manahata kabilesinin adını alan minik adada şimdilerde yalnızca maddi düzeyi ortanın üstündeki kesimin yaşam sürmesi mümkün bir yer haline geldi.
Manhattan'da hayatın pahalılığı sadece astronomik kiralardan kaynaklanmıyor. Amerika'nın Los Angeles, Chicago, başkent Washington gibi ileri gelen kentlerinde geceliği 250 dolar civarında otel fiyatları Manhattan'da iki misli. Deniz mahsulleriyle ünlü Maine'de bir lokantada tonozdan yeni çekilen istakozu 10 dolara yemeniz mümkünken Manhattan'da rahatça 30 doları gözden çıkarmanız gerekiyor. Gene bu kentte bir parça sığır pirzolasına ödeyeceğiniz para ile Houston'da en lezzetli Angus bifteğini üç kişi yiyebilir. İşin garip tarafı araba yükü paranız dahi olsa isim yapmış bir sürü lokantaya çat kapı gidip masa istediğinizde ‘‘Rezervasyonunuz yok, doluyuz’’ cevabıyla geri çevriliyorsunuz. Zenci mahallesi Harlem'de Frank Pellegrino'nun lokantası Rao'yu arayıp ‘‘Dört kişilik rezervasyon istiyorum’’ derseniz ‘‘2003 sonbaharına kadar yerimiz yok’’ cevabı alacaksınız. Abartmıyoruz, isterseniz deneyin. Geçen hafta İtalyan-Amerikan Ulusal Vakfı'nın toplantısında Rao'da dört kişilik bir masa açık artırmayla 20 bin 500 dolara müşteri buldu.
Gene de zengin tabaka, New York yaşamının zorunlu hale getirdiği aşırı yüksek fiyatlardan şikayetçi değil. Armani'nin takım elbiseleri, Ralph Lauren ceketleri, Boss'dan gömlekleri, Calvin Klein pantolonları, Chanel döpiyesleri, Gucci ayakkabıları, Prada çantaları New York dışındaki kentlerde yüzde 40 düşük etiketle satılıyor. Kimse de ‘‘New Jersey'e, Connecticut veya Florida'ya gidip mevsimlik ihtiyaçlarımızı ucuza sağlayalım’’ diye düşünmüyor. Her nedense Uzakdoğulu, Güney Amerikalı, Avrupa ve Ortadoğulu turistler markalı mal alışverişi için onca yol ve masrafa katlanıp buraya geliyorlar.
New York'a yerleşen bir Cezayirli ‘‘Herşey demek olan bir şehirde bilinmeyen bir insan olarak yaşamayı hiçbir şey olmayan bir kentte şöhret sahibi olmaya yeğlerim’’ diye konuşuyor.
Ayrıcalıklı bir kent Manhattan. Gene de yarım saat için garaja ödediğim parayla satın alınmış olması garibime gidiyor.