’Marka’ sayılan bir modaevinin ceket-etek takımını giymiş genç kadın tekerlekli sepet içindeki malzemeyi tezgahın üstüne yerleştirmeye başlıyor. Plastik kutuda beyaz peynir, ufak boy zeytin, irmik, havası alınmış pakette dilimlenmiş pastırma, iki kangal sucuk ve kuzu beyni var.
Yanındaki kız çocuğu "Anne, çikolatalı bisküvi almayı unutmuşsun" diyor telaşla. Genç kadının gözleri irileşiyor: "Türkçe konuşma, anlamasınlar nereli olduğumuzu." Sonra İngilizce devam ediyor: "Mutfakta açılmamış Ülker var." 10 yaşlarındaki kız bir Türk’ün işlettiği süpermarketten çıkana kadar ağzını açmıyor. Annesi kasaya ödeme yaptıktan sonra sıra bana geliyor.
İçimin ezildiğini hissediyorum. Genç Türk kadını acaba hangi nedenle öz kimliğini saklama ihtiyacında. Burası New York. ABD’de ve muhtemelen tüm yerkürede en fazla ırk ve soy farklılığının sergilendiği şehir. Belediye Başkanı Michael Bloomberg "New York’ta konuşulan dil sayısı 200’ü aşkın. Birleşmiş Milletler’de dahi bu kadar dil konuşulmuyor" diyerek çok kültürlülüğü savunuyor. Anne-kızın pastırma, sucuk ve kuzu beyinli alışverişleri kökten Amerikalılar için yabancı. Konuşmayı duymasam dahi seçtiklerine bakarak Türk olduklarını söylemem mümkün. Genç kadının kaygılanmasına üzülmemek elde değil.
*
Zihnimde ihtimaller hesabı yapıyorum. 11 Eylül terör saldırılarını takiben ABD’de Arap ve Müslümanlara karşı tepkiler aklıma geliyor. Sebep bu olsa, diyorum. Ama aradan beş yıl geçti. Terör lafı geçtiğinde Amerikalının aklına saçı-sakalı birbirine karışmış, başlarında yün maskesi, yuvarlak yakalı beyaz gömlekleri ve tulumlu kıyafetleriyle El-Kaide tetikçileri geliyor. ABD’de yüz binlerce Türk arasında bu görünüme uyan tek kişiyi arasan bulamazsın.
ABD’de din ve ırk kimliğini gönüllü açıklamaya yanaşmayanların başında sanırım Yahudiler geliyor. Oysa Yahudilerin Yeni Dünya denilen ABD’ye yerleşmesi iki yüzyıl öncesine uzanıyor. Göçmenlerin en eskilerinden Yahudiler tıp, hukuk, iş, ticaret, finansman, yazılı-görüntülü basın, moda, sanayi, sinema ve eğlence alemi gibi çeşitli sektörlerde başarılarıyla tanınıyor. Gene de İtalyan, İrlandalılar gibi köken ve inanç bağlantılarını açıklamıyorlar.
Yahudi kökenlilerin açığa çıkmasında basında ün yapmış Yahudi yazarların rolü büyük. ABD Başkanı Bill Clinton’ın kabinesinde dışişleri bakanlığı yapan Madeleine Albright’ın Yahudi olduğu ikinci görev dönemi sonunda basında yer aldı. Albright, Çekoslovak Yahudisi büyük babasının ve büyükannesinin Nazi soykırımında öldüklerini birkaç yıl önce öğrendiğini söyledi.
Kasım’da ikinci kez seçimlere girmeye hazırlanan Virginia senatörü George Allen geçen ay 83 yaşındaki annesi Etty Lumbroso’yu kaybetti. Annesinin, Yahudi olduğunu ölüm döşeğinde söylediğini seçim kampanyasında itirafa mecbur kaldı. Etty 60 yıllık sırrını açıkladıktan sonra oğluna son sözünü söyledi: "Artık beni sevmeyeceksin."
*
Aşırı sağcı ünlü Yahudi köşe yazarı Charles Krauthammer bir makalesinde "Krauthammer Kanunu: Aksi ispat edilmedikçe herkes Yahudidir" diyerek şöyle ekliyor: "Geçen seçimlerde başkanlığa yarışan demokrat aday John Kerry, rüzgar kayağı yapan, Fransızca konuşan bir aristokrat. Büyükbabası ve annesi Yahudi. Methodist Kilisesi mensubu Hillary Clinton’ın üvey büyükbabası Yahudi. NATO’nun eski başkomutanı dört yıldızlı general Wesley Clark, Fransa’da cumhurbaşkanı adayı Nicolas Sarkozy, Rus parlamentosunda Yahudi düşmanlığının öncüsü Vladimir Jirinovski de Yahudi."
"Yahudiler Avrupa’da azınlık mahallelerinde yaşamaya mecbur bırakıldı. 18. asırda aydınlanma döneminde Avrupa sosyetesine karışmalarına izin verildi. Sanat, ilim, politika alemine girerek nüfus sayılarının oranlarına kıyasla çok üstün düzeye eriştiler. Ama yüzyıllarca süregelen baskı ve zulmün etkilerinden sıyrılmaları kolay olmadı. Kimliklerini öne çıkarmada isteksizliğin altında yatan mantık, ıstıraplarla geçen geçmişin eseri."
100’ü aşkın ırktan insanların yaşadığı ülkedeki Yahudiler için köken konusu diye bir sorun yok artık. Özgürlükler içinde demokrasi ilkelerinin hüküm sürdüğü ABD’de bazı çevrelerin 11 Eylül’den sonra terörle bağlaştırdığı Arap ve Müslümanlara yönelik olumsuz tutumları da geride kaldı. ABD, Anglosakson halk çoğunluğu gibi azınlıklara söz ve ifade özgürlüğünde eşit, yabancı ziyaretçilerin sataşmalarına hoşgörüyle davranıyor. Geçen hafta İran ve Venezüella devlet başkanlarının BM’deki konuşmalarında ’Şeytan’, ’Düşman’ şeklinde sıfatlarla Bush’a sataşmasının da fazlaca üstüne gidilmedi.
Böyle bir ortamda Amerikalı Türklerin ana dillerini kullanmaktan kaygı duymalarını anlamak güç. Market tezgahında önümdeki genç Türk kadınıyla tanışıp konuşmayı çok isterdim.