GÖĞE kurşuni bulutlar çöker, gün ortasında hava aniden kararırsa keyfim kaçar kendimi bildim bileli.
Bugün de tepemde yağmur bulutları kümelenmiş. Ofisime başını uzatan bir arkadaşım ‘‘Hayrola, dertli görünüyorsun?’’ diyor. Derdim dışardaki hava, canım sıkkın, konuşmaya da niyetim yok. Suratım asık olmalı, beni güldürmek için ‘‘Cheese’’ diyor. Meslekten olan bilir, kameraya güleryüzle poz verdirmek için fotoğrafçıların kullandığı bir sözcük bu. ‘‘İşim var, sonra...’’ diye başımdan savıyorum.
Anılarım geriye, şarkıcı Françoise Hardy ile yaptığım bir röportaja uzanıyor. Eski kuşakların hatırlayacağı Fransız popçusuyla puslu bir günde Londra'nın Savoy Oteli'nde röportaja gittiğimde genç şarkıcı lüks dairenin kapısını açtıktan sonra pencere kenarındaki geniş koltuğa bacaklarını büzerek oturdu. Yarıda bıraktığı kitabını okumaya başladı. Herhalde birilerini bekliyor ama gelen giden yok. Üç beş dakika geçti. ‘‘Yağmur yağacağa benziyor’’ diyorum. Gözleri kitapta başıyla tasdik ediyor. Son plağı Avrupa'da liste başı, mutlu mu? Yanıtı ‘‘evet’’. Ağzından laf dirhemle çıkıyor. Ne sorsam cevabı iki kelimeyi geçmiyor. Tatsız tuzsuz bir görüşme. İki kare resim çekip gideceğim. Karşısına geçip kamerayı ayarlıyorum. Başı hala öne eğik. ‘‘Miss Hardy, cheese’’ diyorum. İlk kez başını kitaptan kaldırıyor, gözgöze geliyoruz. Çehresi donuk ‘‘Gülmem gerekli mi?’’ Evet, iyi olur. ‘‘Siz hiç sebep olmadan gülen normal bir insan gördünüz mü?’’ Ne cevap verdiğimi hatırlamıyorum. Kameramı, not defterimi toplayıp süitten ayrılırken Françoise Hardy hala koltuğunda.
Telefon çalıyor, sabah hatırımı soran arkadaşım ‘‘E-postana bak’’ diyor. Uzunca bir yazı, Guardian gazetesinden alınma. İnek-insan karşılaştırması var yazıda. Meğer inekler dünya insan nüfusunun yarısından daha iyi yaşıyormuş. Avrupalı inekler en şanslısı. Devlet inek başına günde 2.2 dolar yardım parası ödüyormuş. Oysa yerkürede 2.8 milyar insanın günlük kazancı iki doların altında. Aklıma başka rakamlar da geliyor. Dünyada sağlıklı içme suyuna sahip olmayanların sayısı bir milyarın üstünde. Çiftçiler ineklerine su sorunu çıkarmıyor. İneklerin okuma-yazması yok ama dünyada aynı derecede kör cahil 854 milyon insan yaşıyor. Amerika'nın en zengin üç adamının serveti yoksul 36 ülkenin tüm gelir toplamından fazla. Besili ineklerin aksine bu yoksullar aç, sefil bir hayat sürüyor. Afrika'de her on çocuktan üçü beş yaşına gelmeden açlık ve hastalıktan ölüyor. İnekler bu dönemi semizlenerek geçiriyor. Şanslı inekleri düşünüyorum, inek deyip geçmemek lazım.
E-postada yeni bir mektup daha var. Nijerya'da petrol ihracatı bölge direktörü Bello Jacob Bankole ‘‘Sizinle temas etmek benim için zevk. Güvenilir bir kaynak adınızı verdi’’ diye başlayıp milyon dolarlık bir teklifte bulunuyor. Bankole Nijerya'nın petrol ürünleri satışında, ithalatçılardan 36.8 milyon dolar geri almış. Resmi kazanç dışında olduğu için hükümet bu parayı direktör ve ekibine bırakmış. Nijerya'da devlet memurlarının yüzbin doların üstünde para çekemediğini söyleyen Bankole ‘‘Size yabancı ortak olmanızı teklif ediyorum. Yüzde yüz risksiz bir iş bu. Buluşup bir iş anlaşması yapalım. Parayı paylaşalım’’ teklifinde bulunuyor.
Satır aralarından çıkan teklif basit. Adını ilk kez duyduğum Bankole'ye ‘‘evet’’ desem benden tutturabildiği kadar bir parayı banka hesabına yatırmamı isteyecek, karşılığında milyonlar vaad edecek. Oturduğu yerde kim milyoner olmuş ki ben olacağım? Üşenmesem ‘‘Amerika'da mektup ve e-posta ile her yıl 40 milyar dolarlık dolandırıcılık yapılıyor. Böyle üç kağıtçılığa kurban olacak saflardan değilim’’ diye mesaj göndereceğim. Kuş beyinli Nijeryalı acaba adresimi nereden bulmuş?
Şanslı inekler, dilini kedi yutmuş Fransız popçu, açıkgöz Nijeryalı derken keyfimin yerine geldiğini hissediyorum. Sabah gündemimde konsolosluğu aramak var. Gene huzursuz olacağım. Büyükelçi Mehmet Ezen New York'a başkonsolos olduğunda Türk gazetecilerine bir yemek vermişti. Yemek sonunda isteği üzerine gazeteciler dilek, öneri ve şikayetlerini sıraladılar. Sıra bana gelince cep telefonundan konsolosluk numarasını çevirip kulağına uzattım. ‘‘Karşına insan çıkarsa bana ver’’ dedim. Ezen ‘‘Burası T.C. New York Başkonsolosluğu, Türkçe istiyorsanız bire, İngilizce için ikiye basın’’la başlayıp bitmek bilmeyen ses kaydını dinledi. Arka arkaya tuşlara bastı, çaresiz kapattı. Mahçup tonla ‘‘Mesajını aldım, düzelteceğim’’ dedi.
O günden bu yana üç yıl geçti. Mehmet Ezen büyükelçi olarak Meksika'ya gitti Temmuz ayında. Yeni başkonsolosun göreve başlamasını bekliyorum. Bizlerle buluşursa aynı telefon örneğini tekrarlayacağım. Amerika'daki Türklere azap olan bu uygulamayı belki o değiştirir.