Paylaş
Mıchael Jordan imzalı mont giymiş zencinin keyfi yerinde. Sabunlu su dolu kovadan çıkardığı süngerle caddeye bakan camı temizlerken Whitney Houston'ın popüler bir aşk şarkısını mırıldanıyor. Cam arkası vitrinde rengarenk bir poster. Mavi dalgalara yan vermiş kum plajda mayolu bir çift, el ele tutuşmuş koşuyorlar. Tepede bir yazı: ‘‘Kar, fırtınadan bıktıysanız Karayipler sizi bekliyor.’’
Seyahat acentesi kaldırımında yere oturmuş battaniyeye sarılı bir kadın, başı dizleri arasında gömülü. İki yanında iki kız çocuğu, yüzleri kir pas içinde iri siyah gözlerinde çaresizlik okunuyor. Kadının önündeki kartonda ‘‘Çocuklarımla sokatayız, yatacak yerimiz yok, açız. HIV pozitif hastası’’ yazıyor.
Sabahın erken bir saati. Manhattan'ın Fifth Avenue'sünde hayat yeni başlıyor. Gelip geçenlerin çoğu alt kademe ofis çalışanları. Sıra sıra kamyonlar lüks mağaza ve butiklere arka kapılardan mal taşıyorlar. Kağıt torbadaki kahve soğumadan bir an önce yeni ofisimize ulaşmak istiyorum ama bu trajik tabloyu görmezlikten gelip geçmek mümkün değil.
‘‘Günaydın’’ diyerek battaniyeli kadının yanına eğiliyorum. Hafifçe başını kaldırıp selamımı alıyor. 30'unda olmalı ama yorgun çehresi hayli yıpranmış. Omuzlarına düşen saçlarına uzun zamandır tarak girmediği belli. ‘‘Kimseniz yok mu size bakacak? Belediye, hayır kurumları, kiliseler?’’ Hepsine ‘‘hayır’’ yanıtı veriyor. ‘‘AIDS'i nasıl kaptınız?’’ Doğumlardan önce erkeğinden.
Sormuyorum kocası mı, sevgilisi mi diye. Çocuklarda virüs var mı? Kızları 5 ve 7 yaşlarında, tahlil yapılmamış onlara. Götürüldüğü hastanede testlerden sonra doktorlar genç kadına AIDS'in çok ileri safhada olduğunu söylemişler. Mike'ın, yani erkeğinin, nerede olduğunu dahi bilmiyor. İlkbaharı göreceğinden emin değil. ‘‘Bu çocuklara kim sahip çıkacak? Tek endişem bu’’ diyor. Gözyaşı iniyor soluk yanaklarına.
Koşar adım köşedeki dükkandan poğaça, kahve, soğuk süt gibi şeyler alıp tekrar yanlarına geliyorum. Kadının ayak dibindeki teneke kutuya da para bırakıyorum. ‘‘Tanrı yardımcınız olsun’’ derken yanıt beklemeyi dahi kaldıracak halde değilim. Başım önde, ofis girişine kıvrılıyorum.
Fifth Avenue'nün zenginlik ve görkemi gölgesinde genç bir anne ile küçük iki kızının yürek dağlayan dramına akıl erdirmek güç. Feleğin sillesine uğramış, günleri sayılı bir kadın Manhattan kalabalığına el açmış dileniyor. Yaşıtları sıcak sınıflarda alfabe ezberlemeye uğraşırken ince, eski-püskü giysiler içinde iki küçük kız donuk gözlerle çevreyi süzüyorlar. Analarından AIDS kapıp kapmadıkları dahi belli değil. Bir şair yıllar önce çocukluk dönemini ‘‘Hiç kimsenin ölmediği krallık’’ diye nitelemiş. Şairin eski zamanlarda çocukların sokağa itilmesine şahit olmadığı gibi AIDS illetini bilmediği de kesin.
Amerika hasta, yoksul, korumasıza niye böylesine acımasız? Adım başı milyonerlerin cirit attığı New York'ta çöp kutularında hamburger, pizza artıklarıyla karın doyuranlar az değil. Gökdelen kapılarında ambalaj kartonlarını başını sokup geceleyen evsizlerin sorunu hala sürüyor. Oysa Amerikalıların hayır cemiyetlerine yıllık bağış toplamı 150 milyar doların üstünde. Bu meblağın büyük kısmı din kurumlarına gidiyor. Kiliseler, havralar ne yapıyor bu paraları, bilen yok.
Oysa bu astronomik meblağ ile aç, yoksul, hasta ve evsizlerin karanlık dünyasını ışıklandırmak mümkün. Çöp kutularından karın doyuran, kar-yağmura, AIDS gibi illetlere karşı yaşam mücadelesi sürdüren kader mahkumlarının çilesine son vermek zor değil. Ama kim yapacak? Amerika'nın görkemine tezat kara bir leke bu.
Paylaş