Paylaş
Manhattan adeta üstü açık sauna. Yüklüce ter atmak için üç cadde, iki sokak yürümek yeterli. Kadın milleti iç çamaşır defilesine çıkmış gibi. Tıp öğrencileri köşe başında gelip geçen sereserpe açılmış, şeffaf giysili kadınları seyretseler anatomi bilgileri eksik kalmayacak. Kavurucu sıcakla boğuşurken talih eseri önümüzde yolcu indiren bir taksiye kendimizi atıyoruz.
Arabanın kliması mükemmel. Adresi verdikten sonra şoföre serzenişte bulunuyoruz, ‘‘Bu sıcakta taksi grevi New Yorklular için ıstırab. Belediye başkanı Guiliani mi haklı, sizler mi?’’
Hindli şoförün bam teline basmışız, Rudy Guiliani'yi Hitler ve Saddam'la aynı kefeye koyup ağzına geleni söylüyor:
‘‘Rudy ırkçının dik alası. New York'taki şoförlerin çoğu Hindli, Pakistanlı, Nijeryalı. Rengimiz kara olduğu için bize kan kusturuyor. Polisler Başkan'ın emriyle tek stop lambası yanmıyor, kaldırım dışında yolcu aldı diye 100 dolar ceza kesiyor. Biz, Anglo-Saxon kökenli olsaydık bu keyfi cezalara muhatap olurmuyduk hiç? Rudy diktatörlükten vazgeçinceye kadar protestoya devam edeceğiz.’’
Basit görünen taksi grevi bu ülkede ırk ayrımının kağıt üstünde olmasa dahi beyinlerde hala süregeldiğinin açık kanıtı. Amerikan toplumu beş kıtadan gelen göçmenlerin oluşturduğu renkli bir mozaik. Resmi bildirilerde ülkenin çok uluslu niteliği ‘erime potası’ diye tanımlanıyor.
Oysa bu, abartmalı bir tanımlama. Yüzyıl başından bu yana Orta Amerika ile Meksika'dan, Hind yarımadasıyla Kore ve Filipinler'den, İsrail ile çeşitli müslüman ülkelerden göçedenler sanıldığı kadar Amerikan potasında eriyip, bir diğeriyle kaynaşmış değil.
Ellis Adası'na gelip dört bir yana dağılan Avrupalı göçmenlerin de tam anlamıyla Amerikalı olduğu söylenemez. İngiltere ve Hollanda'da dini baskıdan kaçıp 1620 yılında Mayflower gemisiyle Yeni Dünya'ya kapağı atan ilk göçmenlerin uzantılarının sonradan gelenleri gerçek Amerikalı görmediği de muhakkak.
Kıta ülkede Hispanic, Avrupa, Afrika ve Asya kökenliler kendi din, dil, örf, adet ve geleneklerini yaşatmayı sürdürüyor. Ülkenin çok uluslu niteliği kaynaşmış toplum dokusuna ters düşüyor. Bunun en tipik örneği geçen şubat ayında Amerika ile Meksika futbol milli maçında cereyan etti. Maç başlamadan çalınan Amerikan Milli Marşı tribünlerden gelen ‘yuhalamalarla’ kesildi. ABD'li oyunculara kola şişeleri atılırken Amerikan bayrağı sallayan seyirciler tartaklandı. Oysa maç Mexico City'de değil Los Angeles'de oynanıyordu.
Ama en büyük ayrımın beyaz ve zenciler arasında olduğuna şüphe yok. Yakın geçmişe kadar ikinci sınıf vatandaş muamelesi gören zenciler iş ve mesken bulmakta güçlük çekiyorlar. Üst sosyal seviyedeki bazı sayfiyelerde karaderililerin ev sahibi veya kiracı olması hayli müşkül.
Sosyal bilimciler ırk ayrımının zenci-beyaz evlilikleriyle çözüme ulaşacağını söylüyorlar. Anayasa Mahkemesi siyah-beyaz evliliğini men eden kanunları ancak 1986'da iptal etti. Gene de ayrı ırk evlilikleri ülke sathında yüzde 2'yi geçmiyor.
Suikaste kurban giden Martin Luther King Jr'ın hayatını yazan Taylor Branch ‘‘King Jr. vatandaşlık haklarını savunurken hiç bir zaman zenci-beyaz evliliğini desteklemedi. Zenciler dahi bu konuya sıcak bakmıyor’’ diyor.
Süper devlette hala Ku Klux Klan, Nativist, Supreme Race ve Militias gibi beyazların üstünlüğünü savunan silahlı gruplar faaliyette. Ülkede finans, bankacılık, moda, müzik, sinema ve eğlence alemini kontrol eden Yahudilere karşı bazı grupların düşmanlık eylemleri devam ediyor.
Florida Üniversitesi Hukuk Profesörü Juan Perea ‘‘Göçmenleri Amerikalılaştırma çabasından vazgeçmek lazım. Hiç bir azınlık kökenini, örf ve geleneğini terketme arzusu taşımıyor. Eritme Potası aslında etnik temizlikten başka şey değil’’ diye konuşuyor.
Devlet ne kadar uğraşsa da İngiliz, İtalyan, Polonyalı, Etopyalı, Çinli ve Meksikalı gibi ayrı ırk, renk ve dine mensup insanları tek tip Amerikalıya dönüştürmeyi başaracağa benzemiyor.
Erime Potası'nda soğuma var.
Paylaş