Celsius çıplakları

İngiliz kadınlar, bir-ikisi hariç, denizden çıkıp şezlonga her uzandıklarında ‘‘Şimdi kırılacak’’ diyorum. Erkekler kamerayla görüntü alıyor. Resimlerin bir kısmında ben de varım. Fotoğraf makinesi üstümüze ayarlanırken başımı yana çeviriyorum. Evlerine döndükten sonra eş-dosta tatil anı fotoğraflarını gösterirken ‘‘Türk erkekleri karımdan (sevgilimden) gözlerini alamadılar’’ demesinler diye.

Celsius ısı ölçüsü. Bilimde ‘C’ harfiyle kısaltılmış. İsveçli fizikçi Anders Celsius 1742'de icat ettiği ölçüye kendi adını koymuş. Bir de ‘Büyük C’ var. İngilizce konuşan toplumlarda adı ağıza alınmaktan korkulan kanseri tanımlayan. Oysa Celsius zarif kıvrımlı hecelerine rağmen kanserden daha az tehlikeli değil. Beden ısısı altı-yedi derece yükselip kısa zamanda düşürülmezse hastanın işi Tanrı'ya kalmış demektir. Son günlerde ülkeyi kavuran sıcaklardan ölenlerin sayısına bakın yeter. Soğuk kurbanları da ayrı.

Burada sağlıktan bahsedecek değilim. Kafa-vücut dinlendirmek için Akdeniz kıyılarında bir tatil köyüne geldim. Celsius'un insan yaşamını nasıl etkilediğinin ilk kez farkına vardım. Erken saatte özel araç, otobüs ve taksilerle gelenlere bakıyorum. Kot pantolon, uzun kollu gömlek, makosen ayakkabılı erkekler, kuyumcu vitrini gibi süslü, desenli bluz, diz altına düşmüş etek içinde önü açık renkli terlikli kadınlar önümden geçiyorlar. Arkadan bavulları geliyor odalarına.

Yarım saat geçmeden trafik tersine dönüyor. Odalardan havuza, kahve barına, plaja. Sıcaklık gölgede otuzların üstünde. Celsius doğaya hakim, tatil köyü modasını ‘C’ tayin ediyor. Bir açılıp saçılma ki sorma gitsin. Gazetelerdeki anadan üryan resimlerin hepsi doğru, eksiği var fazlası yok. Akşam yemeğinde dahi çıplaklık gösterisi devam ediyor.

Plajda tek parçalı mayoluları görüyoruz ama bir numaralı deniz kıyafeti bu yıl da gene bikini. Bulûğ arifesindeki kızlar kadar anneleri de bikiniye meraklı. Oldukça tombul kadınların göğüs ve butları iki mendil boyu bikinilerle açıkta, ortada. Aşırı sıcak hoşgörü getiriyor olmalı, göz zevkimi bozmuyor.

Geçen yılların kulak, dudak ve göbek çukurunun metal halkalarla süslenmesi yok denecek kadar az. Amerika'da birkaç ay önce başlayan blucin ve mini etekleri göbek altına iyice çekip kasıkbağı kaslarını ortaya çıkaran moda Akdeniz'e inmemiş. Belki de ben görmedim henüz. Bizim tatilciler ile yabancı turistler arasında kalıcı dövme tutkusu azalmış. Yöre köylüleri rıhtımda tezgah açmışlar, gençler sararmış sayfalarda beğendikleri desenleri omuz arkası, pazu üstü, bel çemberinde çini mürekkeple derilerine işletiyorlar. Plajın çakıllı sahilinde bir İngiliz grubun arasındayım. Türk kadınlarını ‘etli-butlu’ diye tarif edenler gelip bunları görsünler. Hele kıyıya pür makyajla gelen kızıl saçlı bir hatun obez mi yoksa dokuz aylık hamile mi bir türlü anlayamadım. İngiliz kadınlar, bir-ikisi hariç, denizden çıkıp şezlonga her uzandıklarında ‘‘Şimdi kırılacak’’ diyorum. Koca, sevgili, her neyse, yanı başında. Anında sutyeni fora ediyorlar. Erkekler kamerayla görüntü alıyor. Resimlerin bir kısmında ben de varım. Fotoğraf makinesi üstümüze ayarlanırken başımı yana çeviriyorum. Evlerine döndükten sonra eş-dosta tatil anı fotoğraflarını gösterirken ‘‘Türk erkekleri karımdan (sevgilimden) gözlerini alamadılar’’ demesinler diye.

‘Harold’ Manchester’lı bir doktor. Karısının aksine söğüt dalı gibi ince. Havuz arkasında çocuk şamatasından uzak hep aynı köşede bir araya geliyoruz. Arada bir önümüzden geçen kadınları tepeden tırnağa süzüyor. ‘‘İki saatlik işi var’’, ‘‘Sabah bana gelsin, akşam giderken mutluluğumu sana borçluyum diyecek.’’ Çapkın bir adama benzemiyor ama ne konuştuğunu da anlamış değilim. Harold meğer estetik cerrahmış. İzah ediyor: ‘‘Bak bu kadının kemik yapısı iyi, yalnız kalçaları dolu. Karın çevresinden başlayıp ‘liposuction'la yağları alınırsa genç kız gibi olur. Havuz başındaki sarı bikinilinin göğüsleri, dolgun kalçasıyla tezat halinde. Memelerini hafif silikonlamak lazım.’’ Başka birinin burnu, gözaltı kırışıklığı da birkaç saatte düzeltilirmiş. İyi, hoş bunlar da, Harold’un karısı havuza atladığında sular yandan taşıyor. İngiliz bu kesip-biçmeye, yağ alıp, silikon eklemeye niye karısından başlamıyor? Sormaya üşendim.

Tatil gerçekten güzel. İki koy arasında odamızın önü deniz, karşıda heybetli Toros tepeleri. İncesi, toplucasıyla mayolu kadınların salınarak geçişini izlemek de hoş, göz yorgunluğunu gideriyor. Hayal gücünü sıfırlamasına rağmen. Yıllık tatiller keşke iki aya uzansa. Ama Akdeniz sahillerinde.
Yazarın Tüm Yazıları