Paylaş
Şükürler olsun, turistler gitti, New York New York'lulara kaldı. Biz de ‘‘Oh dünya varmış’’ dedik. Aralık başından Ocak yarısına New York sakinlerinin gecesi gündüzü keşmekeş içinde geçti. Son bir kaç yıldır Noel'e ilaveten yeni yıla bu gözde kente girmek için bala üşüşen arılar gibi akın edenler yüzünden yaşanmaz hale geldi. Artık işe, eve giderken omuz atan, üstümüze çıkan turistlerden kaçmak için kaldırım yerine cadde ortasında yürümüyoruz. Gökdelen karşısında, heykel önünde kameraya poz verenleri rahatsız etmemek için rotamızı ters yöne çevirmiyoruz. Mağazalar, metro ve otobüsler hatta süpermarketler boşaldı, lokantalarda yer ayırtmak kolaylaştı, sinema-tiyatro ve müze önlerinde kuyruklar azaldı. Bir kez daha ‘‘dünya varmış’’ diyoruz.
Turist milleti bir alem. Avrupa'lısı, özellikle Alman, Fransız ve İsveç'li, sabahın köründe yola dökülüp elde pet sişesi, adres listesindeki galeri, sergi ve müzelere gidiyor. Öğleden sonra Macy's, Bloomingdales'de ufak tefek alışveriş yapıyorlar. Akşam bir sokak arası lokantada karın doyurup Lincoln Center'da konser-bale, ucuz bilet bulmuşlarsa bir Broadway oyunu ile günü kapatıyorlar.
Ortadirek bazı Japon'lar için New York pahalının ucuza alındığı bir alışveriş şehri. Charter gruplarıyla dünyanın yarıyolunu katederek üç-dört günlüğüne geliyorlar. Kent dışında ‘‘outlet’’ denen mağazalarda Ralph Lauren, Calvin Klein, Ann Taylor, Mikasa, Tommy Hilfiger ürünleriyle bavullar doldurup geri dönüyorlar.
Bizimkiler ise daha başka bir alem. New York'a gelenlerin önemli bir kesimi İstanbul ve Ankara sosyetesinden. Ve de oldukça paralı takımından. Kaldıkları otellerin gecesine müdür maaşı ödüyorlar. Alışveriş dönüşü kutu, paket, torbalarına bakılırsa gittikleri butiklerin rafdan vitrine boşalmış olması lazım.
İlgi alanları da ilginç. ‘‘İyi bir caz klübü varmı yakınlarda? Ben caza çok düşkünüm’’. Burnu havada bir işadamı soru sahibi ama bize söylendiği kadarıyla ‘‘Şıkıdım’’ı duyduğunda göbek atanlardan. ‘‘Cool mu, smooth'mu, lite mı sevdiğiniz ?’’deyince dudak büküyor: ‘‘Canım son zamanlarda hangisi meşhur olmuşsa !’’
Sosyete hanımlarımızın hoş tarafı yurt dışına çıktıklarında sanata merak duymaya başlaması. MoMA ( Modern sanat müzesi) da kimin eserleri var şimdi ? Broadway'de 'Blue Room'un biletleri karaborsada 2 bin dolara çıkmış, Bahama dönüşü görmeye gideceğiz. Bir de Pollack'ın konseri mi ne, varmış ?''Tom Cruise karısı Nicole'un sahnede bir kaç saniye çıplaklığı için iki bin dolar nasıl verilir ? Ünlü empresyonist (Jackson) Pollock'ın hayatı fırça ve boya ile geçmiş. Ne konseri bu? Acaba Pollock yarım asır önce öldü dersem ayıp mı olur?
Şansımıza yeni yıla Amerika'da girişi bir kaç hafta uzatan ve müziğe gerçekten düşkün bir grupla Blue Note'da ‘‘Manhattan Transfer’’i, ardından Algonquin Otel'de Buddy Greco'yu dinleme fırsatı bulduk. Her iki müzik gecesinde dışardaki kar ve soğuğu bir kaç saatliğine de olsa unuttuk. Sanat hayatında 50'inci yılını dolduran salon şarkıcısı Buddy Greco, Baldwin piyanosu masamıza dayalı eskinin-yeninin en güçlü pop-lite caz parçalarını kendine has uslubuyla icra etti. İki şarkı arasında fakir bir aileden geldiğini, dört yaşında telefon rehberi üstüne oturup piyanoda klasik parçaları çalmaya başladığını, sonraları Oscar Peterson'u izleyince konser piyanistliğinden vazgeçtiğini anlattı.
Tarihi Algonquin'in ahşap duvarlı küçük bir salonunda Buddy Greco'nun kapanış gecesi kalabalık bir aile toplantısını andırıyordu. Billboard dergisinde 30 yıldır Mick Jagger'la listeden düşmeyen iki sanatçıdan biri olan Greco bizden yorum sırasında yerinde alkış, ancak ustasının bileceği eski parça istekleri üzerine bir şarkıyı keserek ‘‘Siz neredensiniz ?’’ diye sordu. ‘‘Türkiye’’ yanıtımızın çok etkili olduğu muhakkak. Salondakiler, Buddy Greco'yla birlikte ‘‘Türkiye’’ adına alkış tuttular. Ensemde heyecan karıncamaları oldu. Müzikle de olsa Türkiye'nin alkışlanması güzel oluyor.
Paylaş